Forma biterken

Kılık Kıyafet Yönetmeliği, öğrencilerin giyim kuşamı konusundaki bir tartışma gibi duruyor yüzeyden bakınca. Diplerindeyse “eşitlik mi, özgürlük mü” sınavından geçiyoruz aslında. Her iki kavram da tabi tutulduğumuz uluslaştırma projesinin temel dinamiklerinden.

Forma, adı üzerinde, bir şeklin tekrarına binaen görece eşitliği işaret ediyor. Eşitliğin yanında, modern insanın özgürleşmesi için gereken tüm aşamalar, formalar üzerinden öğretiliyor bizlere. Etek döpiyesli milletvekili veya bankacılar, cüppeli hakim veya avukat kadınlar, polisler, beyaz gömlekleriyle doktorlar, atölyelerinde mavi önlükleriyle işçi kadınlar, modern toplum projesinin formalar üzerinden anlattığı kadının özgürleşmesi kriterlerine dönüşüyor... Uzun yıllar 19 Mayıs spor gösterilerinde jimnastik yapan şortlu kızlar da, Cumhuriyetin idealize ettiği genç kadın formasını taşıdılar.

Gelin görün ki dünya başka türlü ve kontrol edilmesi giderek güçleşen başka bir yere doğru akıyor. Eskinin epey itibarlı kavramı “eşitlik” yeni nesle yeterince heyecan vermiyor. Özgürlük, bizler gençken eşitlik kavramının ardından yürürdü, şimdiyse aynı özgürlük, eşitliğe bir tür ayakbağı olarak bakıyor, demode buluyor. Ucu bucağı olmayan bu panayırda, artık formaya yer yok neredeyse...

***

Tartışmanın şimdilik en suskun ve sabırlı dinleyicileriyse başörtülü kadınlar. Aslında Milli Eğitimdeki kıyafet ve forma baskısını en ciddi şekilde bedeller ödeyerek yaşadıkları halde; forma kalksın diyen özgürlükçülerin de forma dursun diyen eşitlikçilerin de tartışmaya dahil etmediği geniş bir kesim. Keşke Bakan Dinçer, başörtüsü yasağı sürüyor şeklinde anlaşılan o cümleyi sarf etmeseydi. İyi niyetli çabasını elbette biliyoruz, ama biz de yorgun ve üzgünüz...

Başörtülü kadınlar forma tartışmasında niçin şevkli değiller? Başta Başbakan Erdoğan ve Milli Eğitim Bakanı Dinçer olmak üzere mevcut Hükümet, eşleri ve kızları üzerinden kılık kıyafet konusunda türlü engeller yaşamış, bedeller ödemiş kimseler. Meseleyi sitemle dile getirdiğim pek çok politikacının bana ilk söylediği cümle; “Bunu bana mı söylüyorsun, kızım senin okul arkadaşın değil miydi, aynı okulun kapısında aynı yasaklarla mücadele etmedik mi yıllarca” oluyor... Bir an duruyorum, karşımdaki babanın gözlerinin tam içine bakıyorum. Tanımak, inanmaya çok benziyor aslında. O babanın gözlerinde, tanıdığım bir ev, tanıdığım kızlar, tanıdığım kitaplar, tanıdığım sokaklar görüyorum. İçim gelip gidiyor, biraz yatışıp, biraz dalgalanıyor, medcezir. Sonra buradan bir sessizlik çıkıyor.

İlk bakışta edilgenlik gibi gözüken ama muhataplarıyla konuşmadan konuşan bir sessizlik. Hani müzikte eksik ölçüyle başlayan parçalar vardır, birkaç es’ten sonra kurulur harmoni, susmak tıpkı bir notaya basmak kadar değerlidir aynı müzikalde, böyle bir şey... Bunu birilerini rahatlatmak için söylemiyorum, tam tersine birkaç sus’tan sonra kuvvetli bir kreşendoyla giriş yapar eksik ölçüyle başlayan pek çok müzikal. Sessizlik, sürprizlere gebedir...

Yasaklara ve ağır bedellere rağmen hayatlarını kurabilmeyi başaran önemli rol model kadınları oldu yeni kuşağın, Merve Kavakçı, Gülden Sönmez gibi. Türkiye’ye sığamayınca dünyaya çıkan yeni diasporayı da unutmadan, Wonder’e Nadire Kara’ya selam. Kalıp da sebat edenlere en iyi örneklerden birisiyse Fatma Kutluoğlu, onun bize daveti kadrolu personel olmayla değil, okumayla anlamayla ilgili...

Başka ve yeni bir zaman geliyor oysa. Kadınlar için tertiplenmiş forma ve meslek kavgasını toptan bozuma uğratarak; “Bu ezberletilmiş kapılardan geçmek istemiyorum” diyen yeni kızlar gördüğünüzde şaşıracaksınız. Liberaller değil bahsettiklerim. Yasaklar kadar yasaklarla mücadeleyi de eskitecek daha batınî, platonik, gözükmekten hayli kaçınan yeni bir dalga...