Formda kalmak için beyninizi çalıştırın!

Eminim birçoğunuz “formda kalmak” kısmını okuduğunuz anda yazının devamını merak ettiniz. Özellikle belli bir yaştan sonra eski formumuzu devam ettirmek için denemediğimiz yöntem kalmıyor. Tabi çok dikkatli olmak gerek. 

Sağlığımızı bozabilecek yüzlerce yöntem önerileri, konunun uzmanı olmayanlar tarafından sosyal medyada yayılıyor. Ben size burada işin diyet ve egzersiz kısmından bahsetmeyeceğim, çünkü alanım değil. Bu konuda kendi alanımla ilgili ilginç bir bilgi vereceğim. Formda kalabilmek için fiziksel aktivitenin önemini artık iyice öğrendik ama unutulan çok önemli bir bilgi daha var; beynimizi çalıştırmak daha fazla kalori harcatır!

Beynimiz ortalama 1300 gram ağırlığındadır. Tüm vücut ağırlığına oranlandığında yüzde 2’sine tekabül ediyor. Halbuki günlük kalori ihtiyacımızın yüzde 20 kadarını harcayan bu görece “küçük” organımızdır. Beyin hücrelerimiz diğer vücut hücrelerimize göre oldukça fazla enerji harcar. Uykuda bile bazal vücut işlevlerimizin sürdürülebilmesi için beynimiz durmaksızın çalışır. Rüya görürken harcadığımız kalori miktarı oldukça fazladır!

Ders çalıştıktan ya da yoğun zihinsel aktivite gerektiren bir toplantıdan çıktıktan sonra çok acıktığınızı hissettiniz mi hiç? Bunun nedeni çok fazla kalori harcamış olmanızdır. Vücudumuzun bir gün içerisinde tamamen istirahat halinde harcadığı kalori miktarı 1200 kaloridir. Beynimiz ise bunun 300 kalorisini harcar. Peki o halde neden bir sınava yoğun hazırlananlar o dönemde kilo alırlar? Çünkü stresle artan steroid hormonu açlık anında daha şekerli gıdalar yememize ve duygusal açlığa neden olur. Düşünerek yakmış olduğumuz kalorinin daha fazlasını geri almış oluruz. O nedenle aynı zamanda harekete de yer vermek gerekir. Acıkma hissettiğinizde de basit şeker içerikli gıdalardan kaçınmalıdır.

Sözün özü; Düşünsel faaliyetlere ayıracağınız zaman ile hem beyninizi besleyin hem de formda kalın!

NEDEN YALAN HABERLERE DAHA KOLAY İNANIRIZ?

Sosyal medyanın yaygınlaşmasına bağlı olarak haberler üzerindeki denetim de zorlaştı. Haliyle hangi haber gerçek hangisi yalan bilmemiz zor. Peki insanların yalan haberlere inanma eğiliminin yüksek olduğunu biliyor muydunuz? Kaygı insanı en çok yoran duygulardandır.İnanç sistemimiz ve savunma mekanizmalarımız doğuştan itibaren kaygıyı azaltmak üzerine programlanmıştır. Amerikan Psikoloji Derneğinden Mark Whitmore’un söylediğine göre yeni bir haber duyduğumuzda onu kendi inanç sistemimiz, bakış açımız ve tecrübelerimizle birleştiririz. Beynimiz aldığımız bilgiyi önce kendi inanç sistemimiz ile kıyaslar, bakış açımıza uyup uymadığını kontrol eder. Bilinç dışı mekanizmalarla bilgiyi kabul ya da reddederiz. Duruma göre de bilgiyi değiştirebilir ya da yanlış hatırlama yoluna gidebiliriz. Belirttiğim gibi bunları bilinçli olarak yapmayız. Çocukluk çağında oynanan evcilik oyunları aslında bu çarpıtılmış gerçekliği normal kabul edebilmenin temelini atar. Henüz o çağlarda olmayan şeyleri, kendi inanç sistemimize göre olmuş varsaymayı öğreniriz. İnanç sistemimizi tehdit eden her şey kaygıya neden olur. Kaygıdan kaçmak için duyduklarımızı kendi inanç sistemimize göre yorumlar ya da bizi onaylayan yalan haberlere çok daha rahat inanırız. Haber alma araçları çeşitlilik gösterdikçe aynı haberin farklı biçimlerini de duyabiliyoruz. Karmaşık gerçekleri kabul etmektense basit kurgulara kanma eğilimi gösteriyoruz. Peki kendimizi bundan nasıl koruyabiliriz? Öncelikle gündelik hayatın oluşturduğu kaygıdan kurtulmak için rahatlatıcı aktivitelerde bulunmalıyız. Bu açık havada bir yürüyüş de olabilir, kahkahalarla gülebileceğimiz bir film izlemek de olabilir. Kafanızdaki negatif duyguları pozitife çevirebilecek bir yardım aktivitesine katılmak da bunlardan birisi olabilir. Genel kaygı düzeyimizi azalttığımızda doğru haber kaynağını bulmamız daha kolay olur. Tabi olaya daha temelinden eğilecek olursak, çocuklarımıza her şeyi önce dinlemeyi, baştan reddetmemeyi, daha sonra mantık süzgecinden geçirerek doğru haber kaynağına ulaşılabileceğini öğretmekte fayda var.

HAFTANIN NÖROBİLGİSİ

Neurology dergisinde yayımlanan bir çalışmanın sonucuna göre, D vitamini eksikliği yaşayan bireylerde Demans gelişme olasılığı normal bireylere kıyasla %53 daha fazla.

ALZHEIMER HASTALARI NEDEN YATILI MİSAFİRDEN RAHATSIZ OLUR?

Bazı Alzheimer hastaları evlerine yatılı misafir geldiğinde farklı tepkiler gösterebilirler. Bunu göz önünde bulundurarak mümkünse eve yatılı misafir kabul etmemek gerekir. Tabi ki yanında rahat ettiği ve özlediği evlatlarından bahsetmiyorum. Hastalar evlatlarını görmekten her zaman çok mutlu olurlar. Hatta bu tedavinin bir parçasıdır. Ancak akrabalar içerisinde önceden kötü tecrübeler yaşadığı ya da sizin bilmediğiniz birtakım durumlar varsa, hasta tepkisel yaklaşabilir. Misafir gittikten sonra agresyon, uyku bozuklukları gibi bulgular gelişebilir. Bunların toparlanması da zaman alabilir. Bu nedenle eve misafir kabul ederken mümkünse gündüz vakitleri içerisinde kalmasını tercih etmeliyiz. Çünkü hasta zaten zaman algısını kaybettiğinden geceleri ev içerisinde sessizlik olmasını ister. Evin içerisindeki kalabalık ve ses hastayı tedirgin edecektir.