Demokrasi ve insan haklarında dünyaya ayar vermeye kalkan Fransa, kendi evinde bir karış suda boğuluyor... Refah biraz azalınca, demokrasi kayboluyor.
Her tarafa ders vermeye meraklı bir AB Demokrasisi sokaktan gelen baskı karşısında dağıldı ve can havliyle kendini savunmaya geçti. Hem de kınadığı yöntemlerle, sert polisiye tedbirlerle... ‘İleri AB demokrasisi’ olarak bilinen Fransa’nın bu kadar kolay tehdit altında kalıp, bu kadar kolay dağılması şaşırtıcı. İleri demokrasilerin, tehditlere karşı kendilerini koruyacak rafine ve kademeli savunma mekanizmaları olduğu sanılırdı. İleri demokrasi zaten güçlüydü ve tehdidi de kendi örgütlü yapısıyla etkisizleştirip, şiddete başvurmadan aşardı… Meğer o doğru değilmiş. Fransa’da demokrasiye tehdit, sokak kargaşası ve şiddet olarak geldi. Fransa’nın çaresi de, sık sık kınadığı Afrika ülkelerinin çaresiyle aynıydı: Çevik Kuvvet, tazyikli su, cop, tekme ve göz yaşartıcı gaz.
Üstelik polis şiddeti, profesyonel eylemci olmayan lise öğrencilerini de ayrımsız hedef aldı. Lise öğrencileri elleri başlarında diz üstü çöktürülüp okul bahçesine dizildiklerinde, Macron yönetimi kontrolü kaybedip dağılmaya başlamıştı.
Protestoların ekonomik zorluklar, vergiler nedeniyle başladığı iddialarına gelince: Ekonomik zorluklar her ülkede var. Ancak refaha bu kadar alışmış toplulukların bu kadar kolay dağılması, ‘İleri demokrasi için kişi başına ne kadar gelir kaç olması lazım’ sorusunu sorduruyor. Zenginlik varken demokrasi söylemine toz kondurmayan, kemer sıkma zamanında da sokak terörüne dalan kitleler, küreselleşme sonrası dünyanın yeni gerçeği. Üstelik Macron, daha çevreci bir dünya için vergi koydu ve bu vergilere karşı kıyamet koptu. Çevreci Demokrasi söylemi, Fransa’da mazot dumanına boğulmuş durumda.
Hiçbir ülke, sokaklarda zorba kalabalıkların terörüne izin vermez. Okullarda kargaşaya izin vermez... Bu sınamalardan geçmemenin rahatlığıyla sağa sola ayar veren Fransa, iş başa düşünce, kınadığı yöntemleri, orantısız ve sert biçimde kullandı. Fransa İçişleri Bakanı, Sarı Yelek hareketiyle son üç haftada bir canavar yaratıldığını ve canavarın, onu yaratanların kontrolünden çıktığını söylüyor... Fransa hükümeti bir canavarla savaştığını düşünüyor. Karşında canavar olduğunu düşünüyorsan, sen de canavarlaşırsın. Ve makyaj akar, vitrin dağılır.
Fransa’nın bu kadar çabuk çözülmesi, hayli ilginç. 18 ay önce adeta Napolyon’un taç giyme törenini andıran sembolizmle iktidara geçen Cumhurbaşkanı Macron’un sokak karşısında böyle yalnız kalmasını kimse öngörmemişti. Macron’un olağan sayılacak benzin zammı, döndü dolaştı ve kasırgaya dönüştü.
Fransa’daki çözülmenin birkaç boyutu var. En temeli ve en şaşırtıcısı, 18 ayda bir Başkanın ve iktidarının meşruiyetinin bu kadar kolay erimesi... Her iktidar büyük beklentilerle işbaşına geçer. Beklentiyle gerçekleşmenin bire bir uymaması da esastır. Ancak Macron’un %66 oyla seçilip, şimdi %20’lere inmesi, çok çabuk oldu.
Macron Mayıs 2017’de ‘kötünün iyisi’ olarak seçildi. Çok adaylı ilk turda Faşist Le Pen ve Komünist Melenchon’a karşı Macron, ılımlı kesimlerin oyunu aldı. Ancak o noktada Le Pen, Melenchon ve diğer radikallere %48 oy verilmişti. Yani seçmenin yarısı zaten statükoya, merkez siyasete tepkiliydi...
Daha da önemlisi, ilk turda Macron %24, Le Pen de %21 aldı. İki adayın gerçek taban oyu buydu. Batı Avrupa’nın ileri demokrasilerinde iktidarlar %20-30 ile kuruluyor.
Seçimin ikinci turu ise Le Pen ile Macron arasındaydı. ‘Le Pen gelmesin’ diyenler, Macron’da birleşti, %66 ya karşı %34 alan Le Pen elendi. İki aday da gerçek tabanlarının çok üzerinde oy aldılar. Önemli bir ayrıntı, seçmenin %25’i sandık başına gitmedi, %8’i de gitti ama boş ya da geçersiz oy attı.
Belki de Sarı Yelekliler diye sokağa çıkanların kökeni, sandığa gitmeyenlere, geçersiz oy kullananlara ve Macron’a başlangıçta oy vermeyen %76’ya uzanıyor. Ancak Fransa’da asgari demokratik olgunluğu da teslim etmek gerekiyor: Macron 2. turu aldıktan sonra sandık, temsil, gerçek oy oranı konusunda ‘meşruiyet’ kavgası yapılmadı. Halen mesele Macron’un meşruiyetinden çok, küstahlığı ve kibiri.
Batı Avrupa’da merkezci, statükocu siyaset 2008 krizinin ardından dağılmaya başladı. Merkezin dağılmasının en son örneği, İtalya’da yaşandı. İtalya şimdi sokaktan gelen ve ‘popülist’ diye anılan partilerin iktidarında.
İngiltere’nin Brexit’i, merkezin çöküşünün bir başka örneği… Almanya’da Merkel zemin kaybedip zayıflıyor. Fransa’da da Macron muhtemelen türünün en son örneği olacak. Üstelik Macron-Merkel ikilisi, Liberalizmin küresel silahşörleriydi. Macron’un 2022’ye dek görev süresini sürdürüp sürdürmeyeceği artık kuşkulu. Rostchild bankerinin statükocu hareketi, siyaseten yeniden yetki alamayacak.
Üstelik Fransa’da demokratik sisteme karşı inançsızlık da başladı. Mesela bazı sarı yelekli asiler Macron’un istifasını ve yerine eski Genelkurmay Başkanı General Pierre de Villiers’in gelmesini istiyor.
De Villiers, Macron’un savunma bütçesi kısıntılarını protesto için Temmuz 2017’de Genelkurmay Başkanlığından istifa etmişti. Yeni Cumhurbaşkanının bürokratik statüko ile ilk el-ensesi bu olaydı. Fransa, seçimle işbaşına gelmiş iktidarın, askeri bürokrasi ile pasta paylaşımı kavgasını yaşadı. General istifa etti ama anlaşılan hatırası ve mirası hala ortada.
Meğer ileri demokratik Fransa’da askeri etki de fazlaymış…
Asilerin ‘General’ istemesi, eski zamanlara, de Gaulle gibi bir baba’ya özlem mi? De Gaulle’ü 1968 isyanı devirmişti. Şimdi bir başka isyanın ‘General’ talebi, ileri demokrasinin cilvelerinden olsa gerek...
1968 isyanının liderlerinden Daniel Cohn-Bendit Fransa’nın gidişatından umutsuz. Fransa’nın sosyal bir kriz yaşadığını düşünüyor ve tarihsel olarak Avrupa’da bu krizlerin aşırı sağın yolunu açtığını biliyor. Cohn-Bendit’in örneği, 1930 Almanyası: “O zaman Almanya ekonomik krizdeydi. İşsizlik büyümüştü ve Komünistler, Almanya’nın sola, sosyalizme döneceğini sandılar. Dönmedi... Böyle sosyal krizler sola dönmez. Her zaman sağa döner...”
Bu işlerin içinde olan siyasetçi 2018 Fransası’nı Hitlerin yükseldiği 1930 Almanyası ile karşılaştırıyorsa, bir bildiği vardır... Her durumda Macron ile birlikte Fransa’nın merkez siyaseti biterse, Avrupa başka yerlere savrulur. Fransa’da olan, Fransa’da kalmaz.
Genel beklenti, ilk dalganın Mayıs 2019’daki Avrupa Parlamentosu seçiminde gelmesi. Bu seçimi merkez siyasetin Avrupa çapında kaybetmesi bekleniyor. Ondan sonra da ülkeler birer ikişer çözülür. Trump’ın ve ideoloğu Steve Bannon’un da beklentisi bu.
‘Avrupa Ordusu niyeti yüzünden Macron’un başının derde girdiği’ yorumlarına gelince: ABD bunu bir küstahlık saydı, ama ciddiye almadı… Dünyanın dört yanında operasyon çekebilen bir Fransa kendi evinde operasyon yer mi? Ya da neden yer?
Paris ne kadar geniş ve ferah bulvarlara sahiptir... Yürü yürü, bulvarlar bitmez... Fransa’nın şehircilik estetiğine methiye yazmadan önce, bu durumun tarihi bir ihtiyaçtan kaynaklandığını bilmek gerekiyor: Fransa, sokak eylemlerini önlemek, sokaklarda barikatlar kurulmasını zorlaştırmak için o geniş bulvarları kurmuştur.
1832 ayaklanmasında da Paris sokakları barikatlarla kapanınca, Fransa imparatoru genel güvenlik için mimari çareler aramaya başladı. Asker, barikatlı sokaklara giremiyordu... Üçüncü Napolyon, Paris’e bir kent planı yapılması ve geniş bulvarlar açılmasını Baron Haussmann’dan istedi. O zamana dek Paris caddeleri dar ve kolay barikat kurulur cinstendi. Geniş bulvarları ise kapatmak zordu. Askerin kolayca aşabilmesi ve hızlı müdahale edebilmesi için geniş bulvarlar yapıldı.
Geniş bulvarlar, beşli yıldız şeklindeki meydanlara açılıyordu. Meydana konumlanacak asker, geniş görüş açısına sahip olacak ve bulvarları kontrol edebilecekti. Paris’in ferah şehircilik anlayışının arkasında İmparatorun güvenlik korkusu vardır.