'F'siz daktilodan akıllı binalı Zaman’a

Pazar günkü yazımın başlığı “Bir zamanlar Zaman”dı. O yazıya muazzam bir ilgi gösterdi Star okurları. Öncelikle teşekkürü bir borç bilirim.

Birçok eş dost aradı mesaj attı. Ama en önemlisi sanırım Sadık ağabeyin aramasıydı. Sadık Albayrak’tan söz ediyorum. Hani 80 öncesi İslamcı gençliğin rol modeli, “Örnek Müslüman Genç” seçilen bugünlerde bizi “uzaklardan izleyen” sevgili ağabeyim Sadık Albayrak’tan!

Aradı! Dedi ki, “Yazını okudum çok duygulandım. O günleri yazmak lazım. Bugünleri anlamak için o günleri yazmak lazım Hasan!

Uzun konuştuk... Dedim ki bir ara “Abi Rüzgarlı’daki Zaman gazetesi seni tanımama da vesile olandır.”

“Nasıl oldu o iş bir anlat hele” dedi…

Anlattım:

“1987 yılıydı. Bir gün Zaman gazetesinin Rüzgarlı’daki merkezinde istihbaratta servisinde çalışırken çantası omzunda, yeni yeni saçları ak düşmüş siyah saçları muntazam taralı, sakallı bir adam Fehmi Koru’nun odasına girdi. Gördüm. Bir süre sonra odadan çıktı hızlıca gazeteden ayrıldı onu da gördüm.

Sordum “Bu kim?”

Dediler ki “Tanımıyor musun Sadık Albayrak, bir zamanların ‘Örnek Müslüman genci seçilen.’

“Yaa Sadık Albayrak öyle mi” diyebildim. Dediler “kitapları vardı okumadın mı?”

Bir abimiz “Devrimin Çakıl Taşları” dedi. Aldım okudum. Sadık Abi seninle böyle tanış oldum” diye anlattım.

“Gözlerinden öpüyorum, o günleri yazmayı sakın bırakma” diye telefonu kapatırken, “Ellerinden öpüyorum” diyebildim.

Marj çubuğu sağda olan daktilo

Sadık Abi'nin “O günleri yaz” öğüdünü yerine getirmek için size bugün Karadeniz fıkrası gibi bir hikaye anlatayım Rüzgarlı’daki Zaman’dan.

Bilgisayar yok. Haberler daktilo ile yazılıyor. Nuh Nebi’den kalma bir daktilo var. Kimsenin yüzüne bakmadığı “f” harfi kırık olan. Ona da ben kondum. Bir ara Fehmi Koru hepimizi gerim gerim germeye başladı. “Özel haber isterim”, “Siz ne işe yararsızın, kös kös oturuyorsunuz” dediği günlerdi. Bir gün. Herkes harıl harıl haber attırıyordu. Baktım benim “f” harfi olmayan daktiloya da konmuş; yaşı büyük abilerim. Zira ben çocuk hükmündeyim o zamanlar!

İstihbaratın ortasına dikildim. “Ben şimdi yapacağımı biliyorum. En güzel daktilo ile en iyi haberi ben yazacağım” diyerek Fehmi Koru’nun odasına daldım. Yoktu o saatlerde. Masasındaki daktiloyu kapıp geldim.

Oturdum masama. O da ne? Daktilo klavyesindeki harfler Arapça ve marj çubuğu sağda!

Beni o halde gören muhabirlerin, editörlerin hepsi gülmekten yerlerde…

Biz Rüzgarlı’daki Zaman’da öyle bir ideal için bir araya gelmiştik ki neredeyse sinekten yağ çıkartılıyordu büyüklerimiz!

Hatta yayın hayatına çıkışından neredeyse bir yıl sonra 30 küsur bin satmaya başlayan Zaman’ın birinci sayfasında yayınlanan başyazıda Fehmi Koru şöyle söylüyordu: “Çok satan gazetede yazmak da bir başka keyifli oluyor canım…”

Şimdi Paralel Yapı’nın operasyon merkezine dönüşen ve kayyım atanan Zaman’ın, akıllı binası ve onca imkanları… İşte o “f” harfi olmayan daktilolarla çalışanların; romantik İslamcıların emeği üzerine kondu!

Trajik anılar da var elbet. Bir gün yazarım diye duruyor zihnimde. “Mehmet Doğan’ı niye hapse attılar? 5 saat buzun üzerinde bekleyip başörtülü kızlara zulmeden Ankara Hukuk Fakültesi bekçisinin fotoğrafını çekince dünyam nasıl karardı” filan...

Gün ola…

‘Cübbeli Bülo’ya bozulan ‘tanımayurum’cu Arınç

“Cübbeli Bülo” manşetine bozulan Bülent Arınç Bey, “tanımayurum” dediğinde o manşetin muhatabı olduğunu ispatlamış olmadı mı?

“Trol, troliçe” kelimeleriyle başlayan “özgül ağırlık” dolu açıklamalarını, Anayasa Mahkemesi’ne destek cümleleriyle sürdürmeye niyetlenince… Anlattığı fıkrada kullandığı dil Bülent Arınç’ın haletiruhiyesini göstermedi mi?

Ne diyeyim, “Başbakan ben olmalıyım” hayali gerçekleşmeyince, torun severken anlatılması gereken fıkralar ulu orta anlatılırsa burada iyi niyet yok olmuş demektir.

Sizce de öyle değil mi?

Müsebbibi olduğunuzdan muzdaripsiniz

Seviyesizlikten, irtifa kaybından muzdaripler. İyi de oluşan iklimin birincil sorumlusu siz değil misiniz? Sizler değil miydiniz, etrafınızda dal salmaya, tutunmaya çalışanları biçip, aşağılayanlar?

Bir gün şal kalkar ve gerçekler gün yüzüne çıkar!

Çıkıyor da zaten…

Bakın “seviyesizlik”ten şikayet eder oldunuz!