Futbolda mezhepler oluştu!

Türkiye’de futbolun tertemiz olduğunu iddia edebilir miyiz? Elbette hayır!

Ancak bu kirliliği sadece Fenerbahçe’nin taşıdığını iddia edenler var. Fenerbahçe olmasa futbolumuz tertemiz olacakmış gibi bir hava yaratılmak isteniyor.

Son dönemde 2 şampiyonluğu son maçlarda kaçırması bunun en açık göstergesi aslında.

Susurluk-futbol ilişkilerini görmezden gelenler, şimdi ‘temiz futbol’ havarisi kesildi.

Bununla da kalınmadı, polis-yargı işbirliğiyle Fenerbahçe kulübüne yön verilmeye çalışıldı, başkan atanmaya çalışıldı.

Medyanın yeni Perinçek’leri gerçeğe işlerine gelen yalanları da ekleyerek kendilerince bir iddianame hazırladılar.

Denge olsun diyerekten Beşiktaş’ın teknik direktörü Tayfur Havutçu ile yöneticisi Serdar Adalı’yı da işin içine kattılar, birden futbol camiasına bulaşmış herkese darbecilerden ağır hapis cezaları istenir hale geldi.

Yargı eliyle futbolu düzenleme çabasının sonucu, futbolun anlamını yitirmesi, taraftarlar arasında düşmanlık tohumları ekilmesi ve Trabzonspor maçında gördüğümüz üzere trübünlerin gladyatörlerin ölüm kararını veren arenalara dönüşmesi oldu.

Çünkü şike iddiaları çığırından çıkarıldı, başka bir boyuta sokuldu. Çeşitli kaygılarla karar ötelendi, ertelendi, herkes hakkı yenilmiş havasına girdi.

Yöneticiler her türlü mazereti bulma ve seyirciyi tahrik etme uzmanı oldukları için Türkiye’de futbol işi iyice çürüdü.

Federasyon gerçekten özerk olsa ve elindeki bulgu ve belgelerle geçen yaz kararını verseydi, gerilim bu kadar yükselmezdi.

Şimdi silinmesi imkansız hale gelmiş düşmanlık anıları var herkesin zihninde.

Televizyondaki ‘’Muhteşem Yüzyıl’’ dizisindeki harem, kimi dizlerdeki içki sahnelerine kafayı takan siyasilerimiz gözlerinin önünde büyüyen tehlikeyi görmezden geliyor.

1980 öncesinin sağ-sol çatışmasına benzeyen bir ortamla karşı karşıyayız.

Ekranlarda taraftarı birbirine düşman etmeyi amaçlayan programlar var ama gören yok.

Bu gidişat gidişat değil, önlem almak için illa Heysel gibi bir facia yaşamamız gerekiyor galiba.

Sayın Sadullah Ergin

Bir siyasetçi kendisine sunulan her platformu elbette kullanacaktır. Ancak sürmekte olan bir soruşturmanın tarafı olanlarla bu yakınlığın kamuoyunda yaratacağı rahatsızlığı görmek kaydıyla.

28 Şubat davasıyla ilgili olarak “şunlar, şunlar tutuklansın” demiyorum. Hatta mümkünse, şu anda tutuklu yargılanan sanıkların çoğunluğunun tahliye edilmesini istiyorum.

Tutukluluğun bir çeşit cezalandırmaya dönüştüğü, insanlar üzerinde korku bulutları yarattığını görüyorum.

O nedenle, 28 Şubat soruşturma sürecinin öncüllerinden daha sağlıklı işlediğini söyleyebilirim.

Peki, sorun nerede?

Sorun düne kadar ‘’Adalet Bakanı, Hakimler ve Savcılar Kurulu üyesi olmasın’’ diye bağıranların şimdi bu üyelikten medet umar hale gelmesi ve imkanlarını bu yolda kullanmasında.

Doğaldır, çünkü 28 Şubat sürecinde o dönem benim de içinde olduğum medya kritik bir rol oynamıştır.

Aradan geçen zaman bir bölümünün bunu gazeteciliği aşan bir boyutta yaptığı ve Ergenekon Davası’nda olduğu darbe sürecinin katılımcısı olduğunu ortaya koydu.

Bunun sonucu olarak kimi gazeteciler şimdi bu soruşturmanın kapsamının askerle sınırlı kalmasını istiyorlar. Çünkü genişlemesi halinde işin ucu kendilerine dayanabilir, hatta dayanacaktır.

Ancak bu konuda Adalet Bakanı’nın konuşturulması yanlıştır.

Çünkü Adalet Bakanı şimdi kendisinden medet umanların çok karşı çıktığı üzere Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun başkanıdır.

O nedenle, Sayın Ergin bu soruşturma sürerken yaptığı her konuşma, seçtiği her platform konusunda dikkatli olmalıdır. Çünkü tercihi sonuçta yargı kurumunun algısını etkileyebilecektir.

Gerçi Adalet Bakanı Ergin “Tabii bunun gereğini sizin ya da bizim belirleme lüksümüz yok. Bunu belirleyecek olan şu anda soruşturmayı yapan savcılarımızdır. O anlamda ellerindeki dosyadaki bilgi, bulgular ve belgeler en detaylı şekilde inceleniyor. O soruşturmanın gerektirdiği adımları atacaklardır. Onun ötesinde ‘Şuna değsin buna değmesin, şunu kapsasın bunu kapsamasın’ gibi tespitleri tam da benim açımdan Adalet Bakanı olarak yapamam’’ diyerek açık bir mesaj vermiştir.

Ancak Türkiye’de yargının işleyişini yakından bilenler bu sözlerin içeriğinden çok, nerede söylenildiğine bakabilirler.

O zaman Mustafa Balbay’ın da Adalet Bakanı ile bir program yapma hakkı olmalıdır...