Gazeteci misin, TÜSİAD sözcüsü müsün?

Vallahi de aklıma geldi... “Bu Hasan Cemal dayanamaz” dedim... TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran-Symes’in yüksek enflasyondan yakınan konuşması ve bu konuşmaya verilen cevaptan sonra Hasan Cemal dayanamaz, çıkar, mutlaka yüksek volümlü bir itiraz yazısı yazar...

Öyle yaptı.

Zaten ne zaman TÜSİAD’ı zor durumda bırakan bir siyasetçi açıklaması gelse, Hasan Cemal imdada koşuyor.

Şaşırtmıyor artık.

TÜSİAD’ın hanımefendi başkanı, geçenlerde, herhalde aklına başka konu gelmediği için, çıkıp bir “muhayyel enflasyon” açıklaması yaptı, kendince birtakım talepler sıraladı. Mutfaklarını istedikleri gibi tanzim edemiyorlarmış. İstedikleri yemekleri yiyemiyorlarmış. Zaten yüksek enflasyon riski de varmış... Hayır, elbette enflasyondan söz edilemezmiş ama belli mi olurmuş...

Sırf konuşmuş olmak için konuştuğu besbelli bu hanımefendiye hükümet canibinden tepki geldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da tepki gösterdi tabii...

Eh, Hasan Cemal’e de iş çıktı.

Efendim ekonomi, demokrasi, hukuk ilişkisi doğru işlemiyor... Güç zehirlenmesi... Faşizmin ayak sesleri... Kendi sesinden başkasına tahammül edemeyen Erdoğan... Saraydaki Sultan...

Hasan Cemal’e şunu söylemek lazım: “Bırak sen Saraydaki Sultanı da, TÜSİAD söz konusu olunca neden huysuzlanıyorsun, onu anlat.”

Bu kuruluş, birkaç yıl öncesine kadar, hükümeti, yeni “stand-by” anlaşması konusunda sıkıştırıyordu. IMF’yle yeniden söz kesmeliydik... Yoksa ekonomik olarak batardık...

Hükümet de, doğal olarak, bu “sıkıştırma”ya karşı pozisyon alıyordu...

Çünkü borçlarımızı ödemiştik... Yeni bir kredi anlaşmasına gerek yoktu... Pekala yolumuza IMF’siz de devam edebilirdik...

Hayır, öyle değilmiş... Ekonomimiz zora girermiş...

Bunu Hasan Cemal söylüyordu...

Daha doğrusu, TÜSİAD’çılar sufle veriyordu, o tekrarlıyordu.

Bir değil, iki değil, üç değil... Bu konuda belki onlarca yazı yazdı.

Mesleğinin sonuna gelmiş duayen gazeteci Hasan Cemal karar vermek zorunda: “TÜSİAD sözcülüğü” mü yapacak, bağımsız gazeteci mi olacak?

Selocan eli silahlı adamları açıklasın

Tam da Hasan Cemal’in istediği oluyor... PKK silah bırakmıyor... Zaten ne karşılığında silah bırakacaktı ki?

Hasan Cemal de öyle demişti. Dağ-bayır dolaşıp, “Ne karşılığında silah bırakacaksınız ki? Sakın ha...” diye uyarıda bulunmuştu. “Bu Erdoğan var ya, sizi satacak” diye eklemeyi de ihmal etmemişti tabii.

Bir takvim çerçevesinde sınır dışına çekilmesi gereken PKK ne sınır dışına çekiliyor, ne de silah bırakmaya niyeti var.

Neden mi?

Bunu, bir başka “liberal”Mehmet Altan (mealen şu şekilde) açıklamıştı: “Erdoğan’la yapacağınız dar çerçeveli barış size bir şey kazandırmaz. Büyük düşünmelisiniz. Kobani direnişiyle bütün dünyanın hayranlığını kazandınız. Bunu fırsata çevirip bağımsız devlet kurabilir, bölgede güç sahibi olabilirsiniz.”

Dün, Beyaz Türklerin Selocan’ını dinledim... Ağrı’daki tatsız olaydan bahsediyordu. “İlk saldırı güvenlik güçlerinden geldi” diyordu, “Sivil etkinliğe müdahale edildi. Bizim arkadaşlar da yaralı askerleri kurtarmaya çalışıyordu.”

Diyelim ki öyledir...

Diyelim ki ilk saldırı güvenlik güçlerinden geldi...

Selocan, sivil etkinlikteki eli silahlı adamları nasıl açıklıyor?

Hani silahın meşruiyeti ve gerekçesi kalmamıştı?

Neden bölgede güvenlik güçlerinin saldırısına açık silahlı unsurlar ısrarla muhafaza ediliyor?