Gazeteciler ve Serçeler

Fakülte bitmeden evvel çok sevdiðim bir hocam demiþti ki sen serçeler gibisin onlar o kadarcýk canlarýyla ne çetin kýþlar atlatýrlar. Sen de büyük iþler yapacaksýn emin ol. Ýnsan hocasýndan böyle þeyler duyunca hocanýn bir bildiði vardýr diye düþünüyor ve büyük iþler becermek için içinde hep yanan bir ateþ oluyor. 

Kar yaðýnca, bir de erimeyip toprakta kalýnca benim eski defterleri açasým gelir. Fakülte bitmeden evvel çok sevdiðim bir hocam demiþti ki sen serçeler gibisin onlar o kadarcýk canlarýyla ne çetin kýþlar atlatýrlar. Sen de büyük iþler yapacaksýn emin ol. Ýnsan hocasýndan böyle þeyler duyunca hocanýn bir bildiði vardýr diye düþünüyor ve büyük iþler becermek için içinde hep yanan bir ateþ oluyor. Belki hocam da bu ateþ sönmesin diye böyle söylemiþtir bana. 

Hocamdan aldýðým pozitif enerji ile -hocama hürmeten gaz ile demiyorum dikkat isterim- kendimi iþ aramaya verdim. Epeyce kapý yüzüme kapandý, epeyce gereksiz telefon görüþmesi yaptýktan sonra anladým ki gazeteci olmak için, mesleðe adým atabilmek için bir miktar sürünmeniz gerekiyor yoksa hemen maaþ, hemen sigorta falan hayal bunlar. 

Madem öyle ben de sürünürüm diyerek bir gazetede karýn tokluðuna iþe baþladým. Ýþim muhabirin çantasý taþýmak ve muhabir yorgun olduðunda onun diðer eþyasýný da taþýmaktý. Mesela markete gidince poþetleri, kýzýný okuldan alýnca kýzýnýn çantasýný taþýmak hep benim þimdi. Bütün bunlarý yaparken ekmek param için, ileride yapacaðým büyük iþler için bir serçe gibi debeleniyordum. Gocunmadan hamallýk ediyordum bu dokunmuyordu da muhabir benimle konuþurken göz temasý kurmuyordu ona çok bozuluyordum. “Yahu biz dört senelik fakülteyi hem de iletiþim fakültesi gibi havalý bir fakülteyi çanta taþýrken adam yerine konulmayalým diye mi okuduk?” demek isterdim ama diyemedim. Onun yerine kar kýþ demeden, sýcak havada gölge beklemeden çanta taþýdým haber kovalayan muhabirimizin peþinden ben de muhabiri kovaladým. 

Günler böylece geçti. Muhabirimiz lokantaya giderdi ben bir þeyi bahane eder dýþarýda kalýrdým. Çünkü kendisi hesap öderken, “Alman usulü yani herkes kendi hesabýn ödesin.” diyordu ve ben ancak simit parasý ödeyebilecekken lokantaya oturmanýn ne büyük cesaret olacaðýný biliyordum. Gel zaman git zaman bana gazeteden asgari ücret vermeye razý oldular. O gün ileride yapacaðým büyük iþlerin kokusunu almýþ gibi hýrslanmýþtým. Asgari ücretim vardý ve artýk muhabirin çantasýný deðil kendi çantamý taþýyordum. Ve insan boþ vakti olunca aþýk oluyor herhalde. Ben de gönlümü bir hanýmefendiye kaptýrdým. 

“Müstakbel eþimdir artýk o benim.” diyordum. Ýncecik dal gibi bir kýzdý. Hocamýn bana söylediði serçeler çetin kýþlarý atlatýr masalýný ben de ona anlattým. Ýnandý garibim. Zaten ben ne dersem inanýyordu. Ben de gazeteciliðin meslek hastalýðý olan abartarak anlatmayý çoktan huy edinmiþtim. Öyle hikayeler anlatýyordum ki bazen ben bile kendime “yuh artýk” diyordum. Ha bu arada sevdiðim kýz diþ hekimliði okuyordu. Yani onun mesleði vardý. Okul biter bitmez iþ bulacaktý. Benim gibi hayalleri ve kuru simit arasýndaki uçurumda boðulmak zorunda deðildi. Hastalarýyla göz temasý kuracak haným hanýmcýk bir hekim olacaktý. Güzel günler göreceðiz diye þiir bile okurdum. 

Bu arada kýzýn adýný söylemeyi unuttuk. Kýzýn adý Þebnem idi. 

Þebnem ile onun dersi bitince buluþurduk. Çok üþürdü Þebnem. “Kýz sen nasýl serçesin de bakalým serçeler kar kýþ dinlemez.” derdim gülüþürdük. 

O günlerde ben de artýk acar muhabirlikten masa baþý iþe geçeceðim sokakta haber kovalamaktan masama gelen haberleri kesip biçeceðim diye umutlanýyordum. Hatta masamýn yerini bile belirlemiþtim. Ha bugün ha yarýn terfi bekliyordum. Durumu Þebnem’e anlatýnca çok mutlu olmuþtu. O günlerde bir adliye haberi vardý. Daha evvel takip ettiðim bir iþ olduðundan hikayesini biliyordum iþin. Ve duruþmaya gidecek bir iki kare fotoðraf alacaktým. O kadar. Gittim. Duruþma bitene kadar bir þey yoktu. Sonra bir anda ortalýk ana baba günü oldu. Ne oluyor demeye kalmadan enseme bir okkalý yumruk yedim ki ben bile beðendim olduðum yere çöktüm kaldým. Sonrasýný hatýrlamýyorum. Gözümü hastanede açtým. Kucaðýmda fotoðraf makinesi vardý. Baygýn olduðum halde makineyi býrakmamýþým. Meslek hastalýðý deðil garibanlýk. O makine bize zimmetlidir. Ve ödetirler çatýr çatýr. Hastanede bir kaç gün kalmam gerekti. Köprücük kemiðim kýrýlmýþtý. Hasta odasýnda iki haber bekleyerek yattým. Bir tanesi terfi haberimdi. Çok sürmedi bir telefon ile öðrendim terfi durumumu. Benim yerime yeni mezun ama yüksek yerlerde ahbabý olan bir hanýmefendiyi almýþlardý. Yýkýldým demiyorum ama çok sarsýldým. Hastane odasýnda kafamý yastýða gömüp aðladým epeyce. Meðer aðlamak erkek kýsmýna ne çok yarýyormuþ. Bu moral bozukluðunu Þebnem düzeltir diye aradým. Telefona babasý çýkmaz mý? Babasý bana öyle aðýr konuþtu ki telefon eriyecekti elimde. O konuþmanýn sonunda Þebnem de yoktu artýk. Köprücük kemiðinin nerede olduðunu öðrendiðim, terfi alamadýðým, Þebnem’den ayrýldýðým o odada iþte yine böyle kýþ günü çaresiz kalmýþtým. Sonra Allah ne sebepler verdi ne kapýlar açtý anlatmasý zor. Þükür Mevla’ya bu serçeyi darda koymadý. Ama ne zaman kar yaðsa ve kalkmasa ben gazetecileri ve serçeleri düþünür yanarým bir zaman...