Yüz yýllýk zamana yayýlmýþ soykýrým sürecinin yanýnda, son olarak Gazze'deki soykýrýmý, Ýsrail'in hiçbir insanî, ahlâkî kuralý tanýmayan, çoluk çocuk gözetmeyen vahþi saldýrganlýðýný düþünürken "Filistinliler göç ederlerse daha mý iyi olur acaba?" diye aklýmdan geçirmedim deðil. Neticede böyle bir pratik de var!
Kudüs ve çevresi Haçlýlarýn eline geçip oradaki Haçlý krallýðý yerli Müslüman halka eziyet etmeye, katliamlardan geçirmeye baþlayýnca, dönemin alimlerinden biri "bugün Müslüman devletlerin, oradaki mazlum ve maðdur Müslümanlarý kurtarmaya güçleri yetmediði ve bu durumda oradaki Müslümanlarýn eziyet görmeye devam etmeleri de muhakkak olduðu için, tekrar güçlenip oralarý özgürleþtirinceye kadar oradan göç etmeleri vaciptir. Kimsenin Ýslam'ýn izzetinin çiðnenmesine sebep olmaya hakký yoktur" þeklinde bir fetva veriyor. Bir diðeri de, 1967 savaþýnda Filistin'in kalan bölgeleri de iþgal edilince, ünlü muhaddis Nasýruddin el-Elbani'nin "Arap devletlerinin Filistin'i kurtaracak gücü yok. Bu yüzden iþgal altýndaki Araplarýn göç etmeleri vaciptir" þeklinde verdiði fetvadýr. Tabi Arap milliyetçiliðinin dorukta olduðu o süreçte ne tür tepkilerle karþýlaþtýðýný tahmin etmek zor deðil.
Bu fetvalarýn esasýný, Müslümanlarýn dinlerini özgürce yaþamalarýna, namuslarýný, mallarýný, canlarýný, nesillerini korumalarýna imkan kalmayýnca, göç etmelerini öngören Kur'an direktifleri oluþturur. Mesela bir ayette yüce Allah þöyle buyuruyor: "Melekler kendilerine yazýk etmekte olanlarýn canlarýný alýrken "Ne halde idiniz?" derler, onlar "O yerde zayýf býrakýlanlardan idik" derler. Melekler: "Allah'ýn arzý geniþ deðil miydi, hicret etseydiniz ya!" derler." (Nisa, 97)
Peygamberimiz zamanýnda Mekke'de din özgürlüðü kalmayýnca, can, mal ve nesil güvenliði iyice tehlikeye girince bazý Müslümanlarýn Habeþistan'a, sonra da bütün Müslümanlarýn Medine'ye hicret ettiklerini biliyoruz. Ýslam tarihi bu tür hicret örnekleriyle doludur. Mesela Anadolu, önce Moðollarýn önünden kaçýp gelenlerin, yakýn zamanlarda Kafkaslardan, Rumeli'den göç eden Müslümanlarýn sýðýnaðýdýr.
Filistinliler de bu nedenle 1948 yýlýndaki iþgalden sonra yurtlarýný terk etmiþlerdi. Bir gün toparlanýr tekrar evlerimize döneriz diye sýðýndýklarý ülkelerde kamplarda yaþamaya baþlamýþlardý, terk etmek zorunda kaldýklarý evlerinin anahtarlarýný bir kutsal emanet gibi saklayarak.
Ancak özellikle Suriye iç savaþýnda kardeþ katline bulaþmak istemeyen, ýrzlarýný, canlarýný, dini özgürlüklerini korumak isteyen mültecilerin baþta Türkiye olmak üzere komþu ülkelere sýðýndýktan sonra uðradýklarý hakaretleri, Müslüman ve hatta Arap kardeþlerinden gördükleri baskýlarý, ýrkçý saldýrýlarý düþünürken yurtlarýný terk etmemekte direnen Gazzelilere hak verdim.
Ürdün'de yaþadýklarý kara eylülün, Lübnan kamplarýndaki katliamlarýn, Suriye'de Yermuk kampýndaki insaný utandýran manzaralarýn, o sefalet içinde kaybolan nesillerin hatýrasý taptaze duruyor önlerinde. Filistinliler yurtlarýný terk ettikleri zaman, gittikleri yerlerde gördükleri aðýr eziyetlerin yanýnda bir daha dönme þanslarýnýn da olmadýðýný, olmayacaðýný tecrübeyle öðrenmiþler. Zillet içinde bir hayat yaþamaktansa, direnerek þerefli bir ölümü tercih ediyorlar bu yüzden.
Bize de, asýrlarca silinmeyecek derin bir utanç izi kalýyor tabi.