
Geçen yazıda belirttiğim gibi Türkiye, adım adım yeni bir evreye giriyor. Bu evrenin adı "geçiş süreci." Bu sürecin meşruiyeti ise atılacak her adımın kaderini belirleyecek kadar kritik. "En uzun yol bile bir adımla başlar" derler; fakat o adımın nereye basacağı, yolun nasıl uzayacağı da toplumun vereceği destekle şekilleniyor.
Bu evre, sadece bir siyasi hamle değil, Türkiye'nin kendi geleceğini yeniden kurgulayacağı bir eşik!... Bugün, geçiş sürecinin sadece teknik yönüne değil, toplumsal zeminde nasıl karşılık bulabileceğine dair düşüncelerimi sunmak istiyorum.
TOPLUMUN GÖLGESİ...
Hukuk, toplumdan nefes alan canlı bir yapıdır. Toplum sürece omuz verirken, aklın bir köşesinde hâlâ "nasıl olacak?" sorusunun gölgesi duruyor. Bu gölge büyüdükçe adımlar yavaşlıyor, kararlar erteleniyor. Varsa bir tıkanma, işte o tam da bu gölgenin düştüğü yerde kendini gösteriyor...
MEŞRUİYET DERKEN?
Ortaya konulan irade ile halkın beklentisi arasında uyum varken konuşulan -henüz netleşmeyen- düzenlemelerin mahiyeti gündeme gelince kafa karışıklığı başlıyor. Geçiş sürecinin toplumda anlaşılmasını sağlamak gerekiyor. Bu sürecin sahiplenilmesini ve çıkarılacak yasal düzenlemelerin toplumun "içine sinerek" uygulanmasını sağlamak gerekiyor. Aksi halde kopukluk başka fay hatlarına gebe olabilir...
SÜRECİN VAAD ETTİKLERİNİ GÖRMEK GEREKİYOR...
Süreci "silah bırakmaya" indirgemek, konuyu eksiltmek olur. Bu durum, sürecin meşruiyetine de zarar verir haliyle... Terörsüz Türkiye "bir örgütün silah bırakmasından" fazla bir şey. "Örgütün 'Türkiye'yi terk ediyoruz' demesinden" de büyük bir olay. Burada Türkiye'nin kendi içindeki siyaset anlayışı başta olmak üzere birçok alanda yenilik doğurabilecek bir durumla muhatabız. Ancak mesele bu yönüyle daha çok pratik teyide ihtiyaç duyuyor...
NASIL GİDİYOR?..
Tüm akamet girişimlerine rağmen komisyonun yoluna devam etmesi, Sayın Bahçeli'nin her gün el artıran açıklamaları ve Sayın Erdoğan'ın "olumlu ilerliyor" değerlendirmesi önemli. Sayın Kurtulmuş'un bütçe görüşmelerinde "yeni Türkiye vizyonu ile uyumlu anayasa" demesi ise işin başka bir boyutu... Bu, devletin meseleyi nihai çözüme kavuşturma adına temel tezini ortaya koyuyor...
HUKUKİ NİTELEME YETKİSİ KİMDE?
Sanırım gözden kaçan bir husus da şu: Sürecin hukuki çerçevesini devlet belirliyor. Silah bırakanlara uygulanacak rejim, durumlarına ilişkin niteleme ve cezalarının nasıl infaz edileceğine, suça karışmayanların durumuna... Tüm bunlara çıkarılacak bir yasa ile çerçeve getirilecek. Bunun dışında bir yol ve durum yok. Böylece sürecin hukuki kodlarının tamamen devlet tarafından belirlendiğini ve uygulamanın da buna göre şekillendiğini görmek gerekiyor. Bu durumu tersine çeviren veya kabul etmeyen açıklamalara karşı tavır göstermek, sürecin toplumsal zeminindeki tereddütleri gidermek adına önemli...
DİYARBAKIR ANNELERİ
Meselenin bir başka yönü ise görülebilir adımların gelmesi. Yani örgütün attığı adımları "silah yakma" ve "terk ediyoruz" açıklaması gibi "TV'lerden izlenen" bir şey olmaktan çıkarmak gerekiyor. Diyarbakır Annelerinin, çocuklarının dönmesi veya son durumlarının ailelerine bildirilmesi yani bu konudaki taleplerin netleşmesi buna bir örnek olabilir. Diyarbakır'da bir milli maçın yapılması veya buna benzer bir durumun gerçekleşmesi meselenin bir diğer yolu... Pek tabii örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama bunların en azından bazılarının Komisyon raporundan önce olması daha kıymetli...
YURT DIŞINDAKİLER...
Gelelim bir başka boyuta. Siyasilerin vereceği mesaj gün geçtikçe önemini arttırıyor. Öcalan'ın açıklaması kadar "teyit edici" bir açıklama henüz gelmedi. "Silah bırakıldı zira artık silah bir çözüm değildir" gibi bir açık ifade yerine "demokratik çözüm" ifadesinin altına bunları süpürmek yeterli bir tutum değil... Toplumun her kesiminin duymak istediği ifadeler bunlar bence... Bir başka durum ise yurt dışında örgüt bağlantısı bilinen ve fakat suça bulaşmamış ve Türkiye açısından hukuki işleme tabi tutulması mümkün olmayan kimselerin Türkiye'ye gelmesidir. Bu, sürecin yürüyüşüne dair pratik bir teyittir, mesela...
YENİ HUKUK DÜZENİ...
Sürecin sonunda anadil başta olmak üzere birçok temel konuda yeniden bir perspektif çizeceğini, kopuk aidiyet durumunu anayasal zeminde çözeceğini söylemek mümkün. Hukukun "teknik" boyuttan çıkıp toplumsallaşmış ve sürdürülebilir bir boyuta geçmesi için sürece dair çağrının uygulamaya dönük adımları çoğalmalı. Aksi halde süreç ister istemez yavaş ilerleyecek. Hız için "gözle görünür" teyit adımları şart! Bu teyitler yeni hukuk düzenin sütunlarına dönüşecek...