Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni

Bölgede ve dünyada güçler ve dengeler değişti.

Bu değişim süreci içinde Türkiye on üç yıldır devam eden siyasi istikrar sayesinde, yürütülen dış politika ve mali disiplin sayesinde büyüdü gelişti kalkındı ve bölgesel bir aktör oldu. Yüzyıl sonra bölgenin etkin gücü haline geldi. İslam dünyasının (halklar nezdinde) göz bebeği oldu.

Mazlumların ve mağdurların sığınağı oldu.

Küresel güç olma istidadını gösterdi.

Değişen dengeler ortamında bölge ve dünyayı dilediği gibi yönlendiren ve sömüren güçler Türkiye’nin bu gelişmişliğinden fevkalade rahatsız oldular.

Aslında Türkiye’den değil, Türkiye’yi bu seviyeye çıkaran kadrolardan rahatsız oldular.

Bu kadroların saf dışı edilmesi için gelişen olayları fırsata çevirmeyi denediler.

Bir avuç çevrecinin başlattığı masum bir eylem, birdenbire hükümet aleyhine gösterilere dönüştü.

Orada başaramadılar.

7 Şubatta bir hamle yapıldı yine akamete uğradı. Yerel seçimlerde akla ziyan ittifaklar kuruldu yine bir arpa boyu mesafe kat edemediler. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en ekstrem uçlar bir çatı altında toplandı, çatı üzerlerine çöktü.

Sonra 17-25 Aralık girişimleriyle yolsuzlukla mücadele kılıfı altında yürütülen yargı darbesi de ters tepti.

Şimdi bakıyorum Türkiye’yi büyüten kadrolardan nefret eden içerdeki güçler gibi Türkiye’den nefret eden dışarıdaki güçler de aynı sazı çalıyor aynı türküyü söylüyorlar.

Ben yolsuzluğu savunmuyorum. Ben yolsuzluk bahanesiyle kurulan tuzağa karşıyım. O yüzden de yolsuzluğa da, bu şartlarda yüce divana da hayır diyorum.

Birilerinin amacı yolsuzlukla mücadele etmek değil, amaç yolsuzluk bahanesiyle Türkiye’yi dünya devleti yapan kadrolardan mahrum bırakmaktır. Amaç dört bakan üzerinden yolsuzluğu belgelendirmek bunun sorumluluğunu hükümete ve tabii ki dönemin başbakanına yıkmak ve mertçe mağlup edemedikleri kadroları yargı kılıfıyla mahkum etmek ve onlardan kurtulmaktır.

Yüce divan da bunun bir kılıfıdır.

Seçim sürecine dört ay kala bir siyasetçinin yüce divana gönderilmesi partisi aleyhine argüman üretmek değil midir? Muhalefetin eline malzeme vermek değil midir?

Bence de yüce divana gidilebilir ama bu aşamada değil, daha normal bir ortamda mesela seçimlerden sonra. Anayasanın 100. maddesinde ve ilgili tüzük maddelerinde (107-113) ikinci kez soruşturma açılmaz diye bir kayıt yok. Aksine Çiller hakkında ikinci kez soruşturma açıldığı için emsal uygulama da var.

Dolayısıyla seçim öncesi yüce divanın neticesi, aklansalar bile - kaldı ki AYM başkanının tavırları düşündürücüdür- hukuki değil siyasi olacaktır.

Bunun içindir ki, AK Partili vekillerin bu aşamada yüce divana evet demeleri bana göre AK Parti’nin kendi ayağına kurşun sıkması demektir, intihara teşebbüs etmesi demektir!

Bu şartlarda yüce divana evet demek, cumhurbaşkanına kurulan kumpasa da destek vermektir.

Bu şartlarda yüce divana evet demek, 17-25 Aralık darbe girişimini onaylamaktır, paralel yapıyı ve arkasındaki karanlık güçleri sevindirmek demektir.

Türkiye’nin dışarıdaki hasımları da bu konuyu sürekli gündemde tutuyorlar.

Dolayısıyla bu şartlarda yüce divana evet demek, darbeci general Sisi’yi sevindirmek demektir.

Bu şartlarda yüce divana evet demek, yüzbinlerin katili diktatör Esed’i sevindirmek demektir.

Bu şartlarda yüce divana evet demek, yüzümüze gülüp arkamızdan kuyumuzu kazan kimi kralları, şeyhleri ve emirleri sevindirmek demektir!

Bu şartlarda yüce divana evet demek, Türkiye’den nefret eden İsrail dışişleri bakanı Liberman’ı sevindirmek demektir.

Bu şartlarda yüce divan oylamasında “Kabul” oyu AK Parti için namert köprüsünden geçmek demektir. “Ret” oyu da namert köprüsüne rest çekmektir.

Ne demişler:

Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni

Yatma tilki gölgesinde ko yesin aslan seni.