Geçmiş zaman olur ki, -ders alınırsa- hayâli cihan değer..

Bu günlerde '28 Şubat 1997' söylemleri az da olsa yine dilimizde.. Çünkü o dönem müthiş bir zorbalık sergileniyordu; milletin silahı millete doğrultularak..

Ve bu günlerde ilginç bazı tarih tevafuklarıyla karşılaşıyoruz. Elbette özel bir mânâ çıkarmaya gerek yok ama bazı ilginç tarihler, yine de düşündürücü..

Meselâ 1968'lerde aktif olarak girdiği politik mücadele boyunca, Müslüman halkımızın talep ve itirazlarını dile getirmeye siyaset sahnesinde öncülük etmenin sembolü olan Erbakan Hoca, nihayet 1996'da Başbakan olmuştu. 24 Aralık 1995 seçimlerinde RP, birinci parti olduğu için.. Ama mâlum güç odakları onun hükûmete gelmesini istemiyorlardı. Ne var ki, sistem kenetlenmişti.. Hükûmet kurulamıyordu.

Bir-iki zoraki hükûmet denemesi başarısız olunca, sonunda Temmuz-1996 sonunda nihayet 'Erbakan - Tansu Çiller ortak hükûmeti'nin kurulması kabullenilmişti, çaresizlikle..

Ancak kemalist-laik güçler ve diğer solcu çevreler ve mâlum medya organları bu hükûmeti yıpratmak için her şeyi göze almışlardı. (Hâlbuki o çevreler, 1992 başında, Cezayir'deki seçimlerde, Abbas Medenî liderliğindeki İslâmî Selâmet Cebhesi'nin kazandığının anlaşıldığı gece, evet, hemen o gece, askerî darbe yapılıp kanlı bir diktatörlük kurulunca, bizdeki kemalist-laikler, Türkiye'de halkın iradesine karşı çıkan bir darbeye asla tarafdar olamayacaklarını ilân ediyorlardı..)

Ama 5 yıl geçerken.. 28 Şubat 1997'de, bir kısım darbeci generaller, hem de emir-komuta zinciri içinde, bir 'muhtıra' yayınladıklarında, o çok 'demokrat' çevreler var güçleriyle, generallerin postallarını yalamaya koşuşmuşlar, 'Paşan ekranda hangi konuları öne çıkaralım, gazetemize hangi manşeti atalım..' diye emir bekliyor duruma gelmişlerdi..

Evet, Erbakan'ın Başbakanlığına ancak 11 ay tahammül eden darbeci güçler esasen, Erbakan'ın o makama gelmesiyle hemen başlattıkları entrika senaryoları sonunda, TSK adına yayınladıkları 'askerî muhtıra'yla, Erbakan- Çiller ortak hükûmetini düşürmek için iktidar makamlarına süngüleri dikmişlerdi.

O dönemde kemalist-laiklik anlayışlarını, 'Bin yıl devam edecek..' hezeyanlarıyla topluma dayatmaya çalışan 'mikro firavun' tafralı 'maşa-paşa'ların sahneledikleri 28 Şubat 1997 Askerî Zorbalığı' sırasında, o dönemin Amerikan Dış bakanı Madeleine Albright'le bir görüşme yapan Abdullah Gül'ün heyetinde bulunan çevik bir general, 'Biz bu hükûmetle mücadeleye kararlıyız..' diyor; Albright da, 'Yeni bir Cezayir çıkmasın ortaya.. Hükûmeti, Meclis aritmetiğini değiştirmek yoluyla devirin!' tavsiyesinde bulunuyordu. Ve o tavsiyeye uyulmuş ve Erbakan Hoca iktidardan uzaklaştırılmıştı.

Ne büyük acılar yaşandı, o dönemde..

Sadece başörtüsü değil, ama o bir sembol olmuştu..

Ama yaşanan o acıların sonunda Erbakan Hoca, 28 Şubat Zorbalığının pabucunun, öğrencisi Erdoğan tarafından nasıl dama atıldığını görmüş ve iktidardan zorbalık yöntemleriyle uzaklaştırılışının 14 sene sonrasında 27 Şubat 2011'de dünyamızdan ayrılmış ve yüzbinler tarafından ebediyet âlemine uğurlanmıştı. (Evvelki gün, Topkapı dışındaki Merkez Efendi Mezarlığı'nda, merhûm Erbakan Hoca'nın kabrini ziyaret eden yüzlerce-binlerce insanın, orada Kur'an okuyuşlarını, dualar edişlerini görünce, onu ezmek için uğraşanların sonlarını düşündüm..

O 'maşa-paşa'ların bir kısmı vefat etti, bir kısmı da zindanlarda yatmakta henüz..

Evet, nereden nereye?.. )

İkinci bir tevafuk..

28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinde o dönemin C. Başkanı S. Demirel'in, 'ateş gibi bir başsavcı tâyin ettim, kimse laikliğin geleceğinden endişe etmesin..' diye işaret ettiği bir başsavcı vardı..

Kim hatırlıyor?

Sonraları 'militan laiklik' gibi isimleri olan çok 'demokrat ve de tabiatıyla kemalist kitaplar bile yayınladı ve dahası, 'Biz Erbakan'ın kadrini bilemedik..' diye, Erdoğan'a karşı 'Erbakancı imiş' gibi bir çizgi bile oluşturmaya, günah çıkarmaya bile kalkışan bu kişinin, kimsenin yüzüne bakmadığı o eski tahakküm ettiği günlerin hayalleri içinde, 2 hafta kadar önce öldüğü ve ancak, 28 Şubat 1997 Zorbalığının yeni bir yıldönümünde 1-2 gün öncesinde anlaşıldı. Demirel'in o 'ateş gibi başsavcı'sı, Demirel'in yayına gitmişti..

28 Şubat Zorbalığı günlerinin ve sonrasının en fren tutmaz ve kanun adına diyerek kelime oyunlarından meded umarak, kendi rejimini ayakta tutmanın entrikalarına soyunan ve 2007'de Abdullah Gül'ün C. Başkanlığı'nı engellemek için, 'Meclis'in toplanabilmesinin ancak 367 m.vekilinin hazır olmasıyla mümkün olacağını', -askeriyenin dayatmasıyla- Anayasa Mahkemesi'ne bile kabul ettiren bir kişinin de, dün, 28 Şubat günü öldüğü haberi geldi..

Mâlûm cenaha, zaman zaman, 'onursal başsavcı' diye afra-tafra satarak laik fetvâlar sunan o kişiyi de hatırlıyor musunuz? Hani, onun 'laik fetvâsı'ndan cesaret alarak, '28 Nisan 2007'de gece saat 24.00'de bir 'askerî muhtıra' yayınlayıp, netice alacağını zanneden, adı 'Anıt' mıydı, ne; bir Genelkurmay Başkanı vardı.. Ama Erdoğan kayasına çarpıp, 'muhtıra'sı parçalanan o kişiyi tahrik eden de, bu kişiydi. Bir süredir kolu-kanadı kırık, kenardaydı; ama son günlerde yeniden kanat çırpmaya heveslenmişti, 'onursal başsavcılığı'nı silâh olarak kullanmakla birilerini yeniden korkutacağını sanarak..

Evet, dün o da gitmiş..

Ve Nijerya seçimleri sonucu:

220 milyonu aşan dev nüfusu ve özellikle petrol zenginliğine dayalı güçlü ekonomisi ve de halkının 3'de 2'sinin Müslüman olması hasebiyle, Afrika kıt'asının en önemli ülkesi olarak, emperial dünyanın üzerinde çok durduğu Nijerya'da, 25 Şubat günü yapılan seçimlerde, adaylardan hiç birinin de yüzde 50'yi geçemediği anlaşılıyor. Sonuç bu şekilde kesinleşirse, ilk iki aday, 70 yaşındaki Bola Ahmed Tinubu ve 76 yaşındaki Atiku Ebubekr arasında yeni bir seçim daha tertib olunacak..

Hausaî'ler, Fulanî'ler ve İgbo'lar olmak üzere üç temel etnik gruptan oluşan Nijerya'da, (Hausaî) Bola Ahmed Tinubu yüzde 45, (Fulanî) Atiku Abubakar (Ebu Bekr) ise yüzde 34 kadar oy aldılar. Emperial dünyanın medya organlarının aylardır, 'Genç nesillerin umudu halinde ..' diye oldukça yaldızlamaya çalıştığı (Katolik Hristiyan İgbo) Peter Obi ise ancak yüzde 18 oy alabildi.

Ancak yine de, Nijerya'nın en büyük şehri olan ve içinden çıkılmaz bir karmaşa ve kaos merkezi olarak bilinen Lagos, Bola Ahmed Tinubu'nun iki dönem eyalet valiliği yaptığı sırada bugünkü modern hale geldiği bilinmesine rağmen genç nüfusun işsizlik şikâyetleriyle, hayat pahalılığı ve sosyal medya propagandalarıyla, Peter Obi tarafından kazanıldı.