Gezi protestolarý ve onun yönetiliþi biçiminin Türkiye’ye verdiði en önemli zararlardan biri herhalde imajýna oldu. Yarattýðý emsalle, uyguladýðý siyasetle, yaptýðý televizyon dizileriyle insanlarýn aklýna bambaþka þekilde kazýnan Türkiye, bir kaç hafta içinde bambaþkalýðýný kaybetti.
Ýlk izlenimler hiç iç açýcý deðil. Geçtiðimiz hafta Washington’da bindiðim bir taksinin Etiyopya kökenli þoförünün nereli olduðumuzu duyunca iltica edip etmediðimizi sormasý oradaki Türkiye algýsýnýn düzeyini bana göstermeye yetti. Ýstanbul’da düzenlenecek konferanslarýn, toplantýlarýn, konserlerin iptali de alarm zillerinin çalmasýna neden oldu.
***
Benzeri izlenimleri Perþembe günü katýldýðýmýz AB Komisyonu tarafýndan Brüksel’de düzenlenen SpeakUp toplantýsý sýrasýnda da edindim. Yýllarca savaþ yaþamýþ Bosna’dan Ýstanbul’a gelmek isteyen tecrübeli bir muhabirin Taksim’de otelde kalmanýn emniyetli olup olmadýðýný sormasý doðrusu beni ciddi ciddi düþündürdü.
Korkarým TESEV bünyesinde gerçekleþtirdiðimiz Ortadoðu’daki Türkiye algýsý araþtýrmalarý da artýk eskisi gibi yüksek deðerler vermeyecek, Araplar da yavaþ yavaþ Türkiye’yi emsal almaktan vazgeçecek. Demokrasisinin zaafa uðradýðýný, modelinin çöktüðünü düþünecek.
Oysa bazýlarý 11 Eylül gibi bizim dýþýmýzdaki olaylardan, bazýlarý bilinçli ya da bilinçsiz tercihlerden imajýmýz dünyada tavan yapmýþ, Türkiye dünya siyasetinin ve ekonomisinin parlayan yýldýzý olarak görülmüþtü. Foreign Policy son bir kaç yýldýr Erdoðan ve Davutoðlu’nu dünyanýn en etkili 100 insaný arasýna koymuþtu.
Gezi algýsý bu “trendi” tersine çevirdi. Erdoðan “sultan”, Türkiye de anti-demokratik oldu. Bir türlü üstesinden gelemediðimiz ifade özgürlüðü sorunlarý her þeyin tuzu biberi haline geldi. Sosunu da içki düzenlemesi konusunda yapýlan açýklamalar saðladý. Türkiye, -haklý veya haksýz- hapishanelerinde en çok gazeteci bulunduran Avrupa ülkesi olma ününe kavuþtu.
Bu ünü kazanmamamýzda kötü niyetin, Türkiye’nin ekseninin kaydýðýný düþünenlerin payý mutlaka var. Almanya’da, Portekiz’de, Yunanistan’da ve hatta Brezilya’da yapýlan gösterilerin uluslararasý medya tarafýndan aktarýlýþ biçimiyle bizdekilerin aktarýlýþ biçimi gerçekten farklý.
Çarþamba günü küçük bir grup Türkiyeli gazeteci ve yazarlarla katýldýðýmýz kapalý toplantýyý düzenleyen Brüksel merkezli gazetecilik örgütünün katýlýmcýlara Türkiye’deki ifade özgürlüðü önündeki engelleri anlatmak için Mayýs 2005 tarihli bir AGÝT dokümanýný vermesi de iyi niyetle açýklanabilecek bir þey deðil.
Ancak kabul edelim ki asýl sorun bizde. Biz fýrsat vermeseydik bunlarýn hiçbiri olmazdý. Ýmajýmýz, ekonomimiz, siyasetimiz böylesine zarar görmezdi. Sorunun nedenleri ve kökenleri konusuna bir kez daha girmek istemiyorum. Umuyorum herkes olan bitenden gereken dersi çýkartýr, ülkeyi daha fazla kutuplaþtýracak açýklamalardan kaçýnýr.
Ama unutmayalým ki Türkiye’nin ne laik, ne de mütedeyyin maðduriyet anlatýsýna ihtiyacý var. Ýþ insanlarý ilan verirken ülkeyi bölmek yerine birleþtirmek mantýðý üstünden hareket etmek zorunda. Saflar yeterince sýklaþtý, artýk yumuþatma zamaný. Amacý üzüm yemek olan köþe yazarlarý, kanaat önderleri de karþý saftakilerden çok kendi saflarýna hitap etmeli.
***
Ýktidar da Türkiye’nin üstüne binen demokrasi ve insan haklarý yükünden kurtulmak için bir süredir Adalet Bakanlýðý kasasýnda korumaya alýnan Ýnsan Haklarý Eylem Planýný bir an önce benimsemeli ve hayata geçirmeli. Türkiye’de ifade özgür, basýn her anlamda hür olmalý. Bu yükü, bu ayýbý hiçbirimiz haketmiyoruz. Komisyon’un düzenlediði SpeakUp cinsi toplantýlarýn konusu olmak istemiyoruz.
Ayrýca protestonun bir siyaset biçimi olarak dünyanýn ve Türkiye’nin gündeme girdiðini de görmeliyiz. Caydýrmak, engellemek, ayýplamak, meþruiyetini sorgulamak gibi yöntemler yerine protestolarý yönetmeyi öðrenmeliyiz. Dünyanýn pek çok demokratik ülkesinde olduðu gibi protesto için meþru zeminler saðlamalýyýz.