Geleceğe kiminle yürüyeceğiz?

Neye ve ne kadar cesaretiniz varsa, varlık ve nüfuz alanınız da öyle şekillenir. Türkiye neye talip? Önüne nasıl bir hedef koyuyor? Bu hedefi tarif edenler kim? Onu gerçekleştirmek için gereken şartlara ve unsurlara sahipler mi? Hepsinden önemlisi, tüm bunları taşıyacak cesaretleri var mı? 

7 Haziran seçimlerinden sonra, hangi parti diğeriyle koalisyon yapar ya da yapmaz sorusundan uzak durmaya çalıştım. Bu sorunun cevabı, kuşkusuz siyasetin günceli ve pratiği açısından değerli. Türkiye’yi nasıl bir geleceğin beklediğini anlamak için bunu bilmemiz gerekiyor. Ancak sormamız gereken sorular bundan daha büyük ve elbette cevapları da aynı ölçüde kapsamlı olmak zorunda.

Mesela bugün CHP-MHP-HDP koalisyon hükümetinden söz edemiyorsak, bunun nedeni bu üç partinin farklı sorunlar üzerindeki görüş ayrılıkları mı ? Mesela hangisi? Çözüm süreci mi? Ekonomik modelleri mi? Dış politikadaki herhangi bir başlık mı? Ya da CHP ve MHP arasındaki ‘dinsizlik’ tartışması mı? Yoksa asıl neden, sormaya bile cesaret edilemeyen ve dolayısıyla da cevabından korkulan sorular mı var?

Türkiye’nin tarihinden, coğrafyasından ve elbette kendi dinamiklerinden doğan, şekillenen ve üzerinde kafa yorulması gereken bir yürüyüşü var. Bunu ne hafife almanın, ne de abartılı tarihsel geri dönüşlerle algılamanın yararı var. Bu elbette bir yönüyle geçmiş, bir yönüyle bugün ve mutlaka gelecek. Bugün hepimize belirsizlik duygusu veren, bu yürüyüşün ve daha doğru ifadesiyle hedefin kim tarafından nasıl taşınacağı üzerinde ortaya çıkan boşluk.

Şurası artık net. Üç muhalefet partisi, ne bir arada, ne tek başına, ne de herhangi bir denklem içinde bu hedefler üzerinde gayret göstermeye, onu taşımaya ve sorumluluk almaya aday değiller. Suriye’de olup biteni, Rusya’nın dengelerdeki rolünü, bunların ortaya çıkardığı yapıları, unsurları, uzantıları, Irak’taki, özellikle de Bölgesel Kürt Yönetimi’ndeki gelişmeleri ve süreci, bunların bizi nasıl etkilediğini ve sayabileceğimiz onlarca başlığı alt alta yazın. Üçünün de bunlara dair önerileri, kendi ideolojik konumlarını aşan bir noktada değil.

Bunca tecrübe, siyasi geçmiş ve elbette Kürt siyasi hareketinin tarihi üzerinden baktığımızda HDP’nin daha dinamik ve cesur önerileri olabileceğini düşünenler, özellikle iki noktada yanılıyor. Birincisi, HDP’nin şu andaki sessizliği, kuşkusuz taktik bir duruş olabilir. Ama aynı zamanda az önce ifade ettiğim sorulara cevap bulabilme kabiliyetinin olmamasıyla ilgili. İkincisi, HDP siyasi merkezde elde ettiği gücü borçlu olduğunu düşündüğü terör ve şiddet sarmalından çıkabilecek cesarete ve ufka da sahip görünmüyor,

Geriye tüm bunları yönetme sorumluluğu üzerine düşen AK Parti kalıyor ki, onun da acilen gerçek sorular ve cevaplar üzerinden yola devam edeceğini ilan etmesi gerekiyor. Muhalefetin, siyaseti Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki uyumu bozmak üzerine tanımlamaktan öte gidemediği bir tabloda; bu uyumun Türkiye’ye sağlayacağı katkıları anlatabilme konusunda daha cesur olunması gerekiyor.

Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu ekseninde bir Türkiye’nin, hedeflerini gözden geçirip tanımlayacak cesareti ve enerjisi var. Seçmen, ‘dur, gözden geçir ve karar alıp cesaretle yola koyul’ demişse, mutlaka bunu taşıyacak gücü de verecektir. AK Parti’yi bugün de, mesela kısa sürede ortaya çıkacak bir seçimde de güçlü kılacak olan duruş bu olmalı.