Uzun zamandır hayati sorunlarla mücadele etmekten kültür ve çevre alanında çözüm bekleyen sorunlara hakkıyla eğilmek pek mümkün olmadı. Çok iyi hatırlıyorum, 2012'de Başbakan sıfatıyla Erdoğan yatay yapılaşmanın gereğinden, şehirlerimize ettiğimiz kötülüklerden söz etmiş ve bununla ilgili politikalara öncelik verileceğinden söylemişti.
Ekonominin en iyi seviyelerde seyrettiği, doların 2 küsurlarda olduğu, küresel finans krizinin Türkiye'yi teğet geçtiği ve vatandaş için de yatırımcı için de Türkiye'nin yüz güldürdüğü bir dönemdi. Açık Görüş'te biz de şehirlerin kimliği, kentsel dönüşüm, doğaya dair koruyucu politikalar başlıklarında yazılar yayınlamaya başlamıştık. Aradan 6 sene geçti, bu başlıklar hem hiç gündemden düşmedi ama aynı zamanda üzerine hakkıyla eğilmeye mani olacak yeni ve hayati gündemlere baş etmek zorunda bırakıldı Türkiye.
Gezi vandalizminin "Mesele ağaç değil, siz daha anlamadınız mı?" sözü, yeşilin, ağacın ve çevre duyarlılığının hükümet düşürme ve ülkeyi istikrarsızlaştırmaya bahane edildiğinin itirafıydı adeta. Öyle bir ortam oluştu ki söz konusu alanlarda oluşturulan yıkıcı dil ve muhalefet, yapıcı eleştirinin de önünü kesti. Türkiye'ye karşı kurulan ittifakın ve açılan savaşın da başlangıcıydı o günler.
O gün bugündür başımıza gelmedik kalmadı. Önümüze çevre ve kent politikalarıyla ilgili ödev koyan hadiseler bile bir takım örgütlü yapılar tarafından maniple edildi.
Fakat artık bu konuları kimsenin ne için kullandığına bakmaksızın masaya yatırmanın zamanıdır. Rize'de yaşanan sel felaketinin ya da İstanbul'da çöken istinat duvarlarının önümüze koyduğu, insanın insana ettiğini gösteren gerçek faturalar... Ya da İstanbul'un artık iklimine tesir eden cam giydirme gökdelenler, bitmeyen beton aşkı, yaylalardaki akıl almaz yapılaşma vs...
En son dere yatağına dikilen bir çirkin bina üzerinden gündeme geldi mevzu. Maalesef onlardan o kadar çok var ki. Binayı yapana mı, onun o kazulet görüntüsünden rahatsız olmayana mı, yapılmasına izin verene mi, ya da göz yumana mı laf edeceğiz?
Başkan Erdoğan'ın seçimden önce sözünü verdiği ve yüz günlük program kapsamında tekrar ettiği millet bahçelerinin seçimin en çok heyecan uyandıran vaadi olması bile şehir, çevre politikalarında önemli bir eksikliğe işaret ediyor. Peki, tüm Türkiye'de, özellikle İstanbul'da en çok ağaçlandırma yapanın AK Partili belediyeler olmasına rağmen eksiklik nerede? Tarihi mirasın ihyası ve tarihi eserlerin restorasyonunda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yapılandan daha fazlasının Ak Parti döneminde yapılmış olmasına rağmen yanlış nerede? Üzerinde düşünmeyi gerektiren yol gösterici sorular bunlar.
Doğru kavramları kullanmak, meseleleri doğru teşhis etmenin ve çözüm üretmenin de anahtarı. Eğitimci-yazar Erol Erdoğan'ın dikkat çektiği gibi Ayder Yaylası'ndaki doğa katliamına ve yapılaşmaya dur diyeceksek bunu "kentsel dönüşüm" adı altında yapmamalıyız, mesela...
Sokağı, mahalleyi ortadan kaldıran yüksek katlı sitelerin komşuluğu da ortadan kaldırdığını, komşuluk yapamayan insanlar güruhunun giderek millet olma vasfını da yitireceğini hesaba katarak eğilmeliyiz bu konulara.
Doğaya ve şehirlerimize altın yumurtlayan tavuk nazarıyla bakmaktan vazgeçmek durumundayız. Altının kaynağına biran evvel erişmek adına şehirlerimizi ve dünyanın en güzel coğrafyasında olmamızdan kaynaklı eşsiz doğamızı katledersek şayet neşesiz, kaba, zevksiz bir hayata mahkum oluruz. Üstelik gelecek nesillerin hakkını tüketmiş olmanın vebaliyle yüzleşiriz hesap gününde...