Gelir vergisi kanunu ve barış süreci

Başlıkta kullandığım iki kavram, gelir vergisi kanunu ve içinden geçtiğimiz barış süreci arasında nasıl bir bağlantı var diye sorabilirsiniz.

İlk bakışta bu iki konu arasında doğrudan bir bağ kurmak pek mümkün gibi durmayabilir ama bendeniz, aşağıda açıklayacağım nedenlerden, aynı kanıda değilim.  

Gelir vergisi kanunu ile barış süreci arasında ilk anda aklıma gelen İKİ çok önemli bağlantı mevcut.

BİRİNCİSİ ŞU: Malum, Maliye Bakanlığı’nın gündeminde gelir vergisi kanununa ilişkin çok önemli, çok doğru bir değişiklik tasarısı fikri var.

Detaylara girmeyelim ama değişiklik fikrinin özü beyanname verecek dolaysız vergi mükellef sayısını arttırmak, daha doğrusu bugün içinde bulunduğu komik durumdan biraz daha normale doğru çekmek ve aynı zamanda da sistemdeki muafiyet ve istisnaları azaltmak.

Bu mali dönüşüm gerektiği gibi yapılamaz, gelir vergisi kanunu bugün olduğu gibi kalırsa, yani elli beş milyon seçmenin olduğu bir ülkede sadece bir buçuk milyon (hatta biraz daha az) beyanname veren dolaysız vergi mükellefi olursa ne kalıcı bir büyüme gerçekleşebilir ne de mali istikrar sürdürülebilir.

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek konuyu, yani tasarı fikrini basının gündemine getirdiği günlerde, yaklaşık bir sene önce, henüz daha barış süreci bu kadar açık konuşulmuyor idi, bu meseleye ilişkin bir yazı yazdığımı hatırlıyorum.

Yazdığım bu yazıda gelir vergisi beyannameli mükellef sayısını arttırmanın çok kolay olmayacağını, hatta Türkiye’nin en zor, en dikenli siyasi meselesi olduğunu, bu konunun çözümünün kürt meselesinin çözümünden bile zor olacağını belirttiğimi hatırlıyorum.  

Maalesef haklı çıkıyorum galiba.

Kürt meselesinde barış süreci, tüm eksiklerine rağmen rayına oturuyor gibi.

Temennim bu konuda Türkiye’nin beklenmedik, beklenmedik belki de yanlış oldu, beklenebilecek engellerle karşılaşmaması ve bu kirli işin noktalanması.

Ancak, tekraren ifade ediyorum, kürt meselesinde, en azından bir yere gelebilmek, gelir vergisi kanununu değiştirerek beyannameli dolaysız vergi mükellefiyetini arttırmaktan çok daha kolay.

Nitekim, Maliye Bakanlığı’ndan şimdilik ses yok, bir ses çıkarsa da dağın fare doğurmasından endişe ederim.

Yapılması gereken iş çok basit: On altı yaş üstü tüm vatandaşlara beyanname verme yani maliye ile kişisel temas kurma mecburiyeti getirmek, o tarihte kabul edilecek bir eşiğin üzerinde geliri olanlardan, yani mali gücü olanlardan tek (tercih ederim) ya da en fazla iki oranlı (önerim yüzde yirmi ve yüzde otuz) bir tarife ile vergi almak, tüm boşlukları kapatmak, kayıtdışını adeta sıfırlamak, mali gücü olmayanlara da negatif gelir vergisi uygulamak yani para vermek ama mutlaka ve mutlaka tüm vatandaşları beyannameli mükellef yapmak.

Bu basit gibi gözüken iş Türkiye’nin en zor işi.  

İKİNCİSİ İSE; beyanname vermeyi bir yurttaşlık hakkı gibi görmek, hatta bu konuyu yurttaşlık meselesi ile özdeşleştirmek.

Türkiye’nin çok önemli ve yapısal bir yurttaşlık, yurttaş-devlet ilişkisi problemi mevcut.

Bu problemin bir ayağı Anayasanın 66. maddesinde ifade edilen “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes türktür”anlayışı.

Bu sorun umarım yeni anayasa artı barış sürecinde çözülecek ve bu saçma formülasyon ya değiştirilecek ya da tercihen tümüyle kaldırılacak.

Ama yurttaşlık krizinin ikinci ve kanımca daha önemli ayağı vatandaşlarımızın çok büyük bölümünün maliye ile ilişkisinin olmayışı.

Tüm vatandaşlar beyanname vermeden bu yapısal sorunun çözülmesi de imkansız.

Vatandaş beyanname vererek vergisini devlet aktarmıyor ise kamu harcamalarının etkin denetimi, TBMM, Sayıştay ne yaparsa yapsınlar, olanaksızdır.

Göreceksiniz, kürt meselesinde çok iyi şeyler olacak ama mali sistemde beyanname veren mükellef sayısında ciddi bir oynama gerçekleşmeyecek.

Yani gerçek bir demokrasiye bir türlü geçemeyeceğiz.