Gençlerin işe yaramak için seçim otobüsünüzü arkadan itmesi de momentuma dahil mi Sayın İnce?

CHP’li Cumhurbaşkanı Adayı Muharrem İnce’nin seçim otobüsü çamura saplanınca eline mikrofonu alıp gençlere “Gençler işe yaramak istiyorsanız gidin arkadan öne doğru itin” diye seslendiği haberi görmüşsünüzdür.

Üzüldüm. Tek kelime ile üzücüydü.

2000’lere kadar “Siz Cumhuriyetin bekçilerisiniz” diyerek bilinçaltında bir bekçilik vazifesinden fazlasını layık görmeyen zihniyet 2018’e geldiğimizde kendisini bu sefer Fizik öğretmenliği günlerinden kalma “İtme ve Momentum” konusuyla süslemişti sadece, başkaca fark yoktu..

İçinde onca adam, onca çalışan, onca parti görevlisi varken otobüsü itmek yine gençlere düşmüştü.

Oysa aynı Muharrem İnce, seçim bildirgesinde her sene 10,000 genci dünyanın değişik ülkelerinin en iyi okullarına yüksek lisans ve doktora yapmaya göndereceğini, bu gençlerimizin, yurda döndüklerinde, ülkemizin üniversitelerinde, sanayisinde, kültür ve sanat hayatında etkin rol oynamalarını sağlayacağını söylemiyor muydu?

Dahası var.

Merak ettim adaylıktan önceki twitlerine baktım Muharrem İnce’nin. Örneğin gittim 2013 yılında attığı twitlere baktım. Bir tane bile bilim ile ilgili twit yoktu, gençlerle ilgili tek bir dert yoktu, izotop yoktu.

Fizik öğretmenliği, kendi deyimiyle Fizikçiliği bile yoktu eski twitlerinde. Sadece CHP Yalova vekili olarak teşkilat gezileri, meclis konuşmaları bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yüklendiği tweetler.

Aday olunca gençlikten, izotoptan, bilimden bahseden bir lider adayının geçmişten beri bunları dert ediyor olması gerekmez miydi?

Yanlış da anlaşılmasın. İnce doğrusunu yapıyor. Söylemesi gerekeni söylüyor. Danışmanlarının yazdıklarını, toplumun hassas noktalarına yönelik vaatlerini dile getiriyor. Yani bir kişiye “Seni cumhurbaşkanı adayımız yaptık” dediğinizde o söylemesi gerekenleri söylediğinde kabahat onda olmaz.

Üzücü olan sadece söylediğine bakan bir seçmen kitlesinin “Kardeşim sen bugüne kadar neredeydin?” diye sormaması. Sadece hoşuna gideni duyunca otomatik olarak el çırpıyor olması.

Mesela sormaları gerekmez mi? “Kardeşim madem içinde gizli bir bilim insanı vardı, niye tek bir bilimsel kongrede paylaşımın yok, neden tek bir kez meclis kürsüsüne bilimsel bir meseleyi getirmedin, neden bilim evlerini, bilim insanlarımızı ziyaret etmedin? Nasıl tutabildin içindeki o müthiş bilim aşkını?”

Keşke gerçek bir bilim insanı çıkarsaydınız aday olarak da hiç olmazsa seçmediğimize üzülseydik, aklımız kalsaydı Sayın Kılıçdaroğlu.

 

Haklı Olmak, Haklı Çıkmak, Haklılık, Haklı, Hak...

Dezenformasyonda yani yanıltıcı haber oranında %49 ile birinci sıradayız. Arkamızdan %44 ile Yunanistan ve Malezya geliyor.

Bu bir anlamda her iki haberden birinin yanıltıcı olduğu anlamına da geliyor.

Sebepleri çeşitli, örneğin yanıltıcı haberin bu kadar kolay müşteri bulması. Bu kadar kolay paylaşılıp saniyeler içinde yüz binlerce insana ulaşması. Kısacası bu kadar kaygan bir zeminde elbette paten üreticisi çok oluyor.

Her toplumsal olayda, dikkat edin, bir anda yalan-dolan fotoğraflar paylaşılıyor. Bir süre sonra o fotoğrafların ya photoshop tekniğiyle üretildiği, ya da yıllar önce bir başka ülkede çekildiği çıkıyor ortaya. Ama haberin doğrusu, düzeltmesi 1000 kişi tarafından okunuyorken, yalan haber çoktan milyonlara ulaşmış oluyor.

Peki suç sadece bu yalan haberi , fotoğrafı üretip yayılıma sokanda mı? Geri kalan herkes mağdur ve masum mu?

Bana sorarsanız hayır. Kendi siyasi ideolojisinin bekası (!) için, tartışmalarda haklı çıkabilmek için paylaşıyor birçok kişi. Doğruluğunu önemsemeden, belki de doğru olmadığını bildiği halde.

Haklı olmak değil derdimiz kısacası. Haklı çıkmak bize kâfi.