Oxford Dictionaries, her yýl Ýngilizce’ye yeni bir kelime katýyor. 2016 yýlýnýn kelimesi olarak ‘post-truth’u seçti. ‘Post-truth’, ‘nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kiþisel kanaatlerden daha az etkili olmasý durumu’ þeklinde tanýmlanýyor. Türkçe’ye ‘gerçek-ötesi’ þeklinde çevrilebiliyor.
Ben bu kavrama “Yeni gerçek” diyorum. Yeni Gerçeði (post-truth) sosyal medya ortaya çýkarmadýysa da sosyal medyanýn ýslak iklimi bu yeni kavramýn üremesini 100 yýl kadar hýzlandýrmýþ olmalý.
Böyle anlý-þanlý, süslü bir kavram olarak hayatýmýza girdiðine bakmayýn. Belki de3. Dünya Savaþý “Post-Truth” yüzünden çýkacak.
Neden böyle düþünüyorum?
Son 15 günümüz Halep ile geçti. Halep’te yaþanýlan insanlýk dýþý dramýn, küçücük bir alanda sýkýþmýþ kalmýþ 100 bin Halep’linin yaþadýklarýnýn, bir okulun içinde mahsur kalan 100 çocuðun haberleri, fotoðraflarý ve videolarý…
Durun bir dakika. Ýþte burada kilitlendi “hakikat”. Bu video ve fotoðraflarý paylaþmak bu hakikati ortaya koymaya yetmedi.
Bu kez bir baþka grup çýkýp bütün bunlarýn kurgu, yalan haber ve sahte bilgi olduðunu iddia etti.
Eskiden kanýt olan þeyler, bugün kanýt olmaya, kanýt olarak ortaya konmaya yetmiyor anlaþýlan.
Ýþte size “Post-Truth!”
Post-Truth geçmiþte yok muydu? Tarih boyunca iyi ve kötü varken, haberleri kendi doðrularýna, menfaatlerine göre yontan, yorumlayanlar hatta maniple edenler yok muydu? Her zaman vardý.
Ama o zamanlarda, (yani bu zamanlarda olmayan diðer tüm zamanlarda) hakikat bile çok aðýr ulaþýyordu insanlara. Hakikat ulaþýncaya kadar çoktan baþka kavramlar üretiliyordu. Kýsacasý maniple edilmesine pek de gerek kalmýyordu kavramlarýn.
Ayrýca o zamanlarda kamuoyunun yaptýrým gücü, eylem ve söylem gücü yoktu. Bir haberi vuku bulduktan bir ay sonra alan bir çiftçinin algýsýný deðiþtirseniz ne olurdu, deðiþtirmeseniz ne olurdu.
Oysa þimdi durum çok farklý.
Halep’te bir savaþ yaþanýyorken dünyanýn bunu nasýl çözeceðine dair tartýþmasý gerekirken, dünya ikiye ayrýlmýþ bu gerçek mi, deðil mi tartýþmasýnda.
Ýki kiþi oturuyor, önlerinde bir adam ise cayýr cayýr yanýyor. Ýki adamdan biri þöyle diyor.
“Adam yanýyor, yardým etmemiz lazým.”
Diðeri ise cevap veriyor.
“Ne malum o görünenin gerçek ateþ olduðu? Ya bizi kendine çekmek için bir tuzaksa? Ya buralarda insanlarýn yakýldýðýna bizi ikna etmeye çalýþýyorsa? Ya ona yardým ettiðimiz için baþka birilerinin tepkisini çekersek? Hem artýk efektlerle her türlü görüntü gerçekmiþ gibi görünebiliyor.”
Bu sýrada kül oldu elbette yanan adam.
Ýþin ilginç tarafý, kül olduktan sonra da devam ediyor tartýþma. Bu kez küller üzerinden belki.
Küller gerçek miydi, deðil miydi?
TARÝH GERÇEK MÝ?
Ýnsan düþünmeden edemiyor, þurada, gözümüzün hemen önünde yaþanýlan bunca olay bile medyaya 180 derece farklý yansýtýlýyorken…
Suçlularýn masum, haklýlarýn ise “haketmiþ” göründüðü, gösterildiði bir dünyada daha bugün çýkan gazeteye bile inanmýyorken…
Tarihi hep kazananlar yazmýþken…
Tarihin kurgusu, birilerinin nasýl bilmemizi istiyor ise öyle iþlenmiþken…
Bugün yaþadýðýmýz dünya gerçekleri de bu yanlýþ tarihin sonucu iken…
Tarihe ne kadar güvenebiliriz? Bugünkü habere inanmýyorken 300 yýl önce nasýl bir atmosferde, nasýl bir dünyada yazýldýðýný bile bilmediðimiz bir tarihe nasýl ikna olabiliriz?
Türkiye’nin Post-Truth’u
Türkiye ve Yeni Türkiye kavramlarý da Post-Truth’a muhteþem birer örnek.
Yüzlerce yýl sürmüþtü Haçlý Ordularý ile savaþý Osmanlý Ýmparatorluðunun.
1900’lerin baþýna geldiðimizde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesi “bir dakika” dedi. “Osmanlý Devleti artýk yok, biz Türkiye Cumhuriyeti’yiz. Husumeti geçmiþte býrakalým. Siz Osmanlý’ya olan hýncýnýzý topraða gömün, biz de Osmanlý’dan kalan fetih düþüncesini”.
Batýnýn bu yeni plan hoþuna gitti. “Olur” dedi ve masaya oturdular. Þartlar hayli aðýr olmasýna raðmen anlaþmalar yapýldý. Türkiye artýk kabuðundan çýkmayacaktý. Öyle kendi dýþýndaki hiçbir iþe burnunu sokmayacaktý. Kendi iç iþlerine burun sokulduðunda da ses etmeyecekti. Zaten þartlarýn aðýrlýðýyla, Türkiye aðýr bir narkozun etkisinden 100 yýl çýkamayacak haldeydi. O 100 yýlda da kaybedeceði zamanla küresel rekabette yer edinmesi de imkansýza yakýn olacaktý.
2002’de Türkiye’de iþbaþýna gelen iktidara da önceleri çokça destek verdi batý. Zaten bu onlarýn baþlýca kontrol altýnda tutma yöntemi sayýlabilir. Ne zaman ki Türkiye baþýný kaldýrmaya, bölge coðrafyalarla ilgilenmeye, oyunun dayatýlan kurallarýný sorgulamaya baþladý, batý o eski anlaþmayý hatýrladý.
Türkler, o eski anlaþmayý bozmaya mý karar vermiþti?
“Artýk Osmanlý yok” denilen anlaþmadan 100 yýl sonra Türkiye’de yeni irade “1071’e atýfla 2071, 1453’e atýfla 2053 hedefleri koyarak adeta batýnýn sinir uçlarýna dokundu.
Afrika’da, Balkanlarda, Orta Asya’da dost ve kardeþ ne kadar ülke varsa, Osmanlý’dan kalan emanet varsa hepsine kucak açýldý.
Batý bunu oturup izleyemezdi, Türkleri o anlaþmalarla çok uzun süre zaptedemeyeceklerini biliyorlardý ama bu kadar erken de beklemiyorlardý muhtemelen.
Ne olur ne olmaz diye içeride tuttuklarý birkaç farklý akým virüsü aktive ettiler. Bunlarýn biri Amerika’dan yönetilen FETÖ unsurlarý iken, bir diðeri de 40 yýldýr besledikleri tavþana kaç tazýya tut yöntemiyle bir denge kurduklarý PKK idi.
Hiç olmadýðý kadar sert vuruyorlar þimdi. Her yönden, her tür silahla. Belin hiç üstüne deðil, hep altýna…
Onlara göre iki seçenek var.
1- Türkiye, Osmanlý gibi bitecek, yerine beyaz bayrak sallayarak, “Artýk Türkiye yok, biz sizinle anlaþmaya hazýrýz” diye gelenlerle anlaþýlarak Türkler bir 100 yýl daha kontrolde tutulacak.
2- Türkiye bu badireleri, bu belalarý atlatýr ve bu süreçte de güçlenmesi engellenemezse, kýsacasý diþimizi sýkýp, pes etmeden mücadeleyi devam ettirirsek, uðraþamayacaklarý kadar güçlü duruma gelirsek bu kez batý pes edecek.
Kýsacasý bizimle, Türkiye Cumhuriyeti ile mücadeleleri sonsuza kadar sürmeyecek. Baþýmýzdaki belalar da öyle…
Türkiye Cumhuriyeti, bizler, bu yaþanýlanlarda, bu zorlu mücadelede 100 yýllýk bu oyunu görüp, post-truth’a, dayatmalara deðil, hakikate odaklanýrsak 2. Madde gerçek olacak.
2. Madde gerçek olduðunda, Türkiye gücünü kanýtlayýp ayaklarýyla yere sapasaðlam bastýðýnda da ilk yanýna batý gelecek ve “Türkiye gibi bir dostumuz olduðu için gurur duyuyoruz” diyecek.
Ýþte bu yüzden bu mücadele bir “Milli seferberlik” ilan etti Sayýn Cumhurbaþkaný.
Bu mücadele sadece devletle, askerle, polisle olmayacak, algýlatýlaný deðil hakikati gören milletle olacak. Hatta en çok da milletle olacak.
Sýkalým diþimizi. Az kaldý…
DÜNYANIN SONU
Gerçeðin ötesi, yani aslýnda gerçek diye algýlatýlmaya çalýþýlan yalan dünyanýn sonu olacaðýný 1813 - 1855 yýllarý arasýnda Danimarka’da yaþamýþ filozof Soren Aabye Kierkegaard, Diapsalmata kitabýnda þöyle anlatýyor.
“Vaktiyle bir tiyatronun sahnesinin arkasýnda bir yangýn çýktý. Palyaço dýþarý çýkýp seyircileri uyardý. Ama onlar bunu oyunun bir parçasý sandýlar ve palyaçoyu alkýþladýlar. Palyaço tekrar, daha yüksek sesle uyardý. Daha fazla alkýþladýlar. Sanýrým dünya iþte böyle batacak: komik insanlarýn topyekün alkýþý altýnda, bunun bir ‘þaka’ olduðuna inanýlarak.”