Gerçekten öğrenci olayları mı?

Şiddet dolu öğrenci protestoları Türk üniversitelerinin müzmin hastalığıdır. Bu tür gösterilere Batı üniversitelerinde nadiren, hatta kırk yılda bir rastlarsınız. Bunun bir nedeni devlet-vatandaş ilişkilerinde gizlidir. Öğrenciler geçmişte eziyet görmüş Kürtlerin, dindarların, solcuların, Alevilerin, Ülkücülerin veya bir başka grubun çocuklarıdır. Bu nedenle sayıları az da olsa bazı öğrenciler polis ve devlet düşmanıdır. İçlerinde büyüttükleri öfkeyi ve nefreti boşaltacak yer aramaktadırlar. Başka bir deyişle, bazen eylem bahane, şiddet şahane olmaktadır. Bu tür eylemlerde eylem bir araç olmaktan çok hedefin ta kendisidir.

Hal böyle olmakla birlikte üniversitelerimizde şiddete başvuran öğrenci sayısı bir hayli sınırlıdır. Örneğin adı şiddet ve protestoyla anılan ODTÜ’de bile bu tür eylemlere katılanların birkaç yüz kişiyi bile bulmadığı görülür. Hatta eylemleri tetikleyen ve diğerlerini eylemlerin parçası olmaya zorlayan öğrencisi sayısı 20-30 kişidir ve bu öğrenciler her eylemde vardırlar. Bunlar eylem müptelâsıdır, uyuşturucuyu içine çeker gibi eylemsiz duramazlar.

Savaş gibi

Eylem gününden önce krokiler çıkarılır; polis nerede konuşlanacak, karşı grup nerede, taşlar nereden alınacak, molotof kokteyllerini kim hazırlayacak ve kampüse nasıl sokacak, bunlar nerelerde stoklanacak, polis müdahalesi esnasında kim hangi sloganı atacak, kim polisi kışkırtacak bunların hepsi planlanır. Eylemler öncesinde öğrencilerin hazırladığı krokileri bir görseniz savaş planları sanırsınız.

Birkaç öğrenciye ise özel görevler verilir; bunlar polise en ağır küfürleri ederler, annelerine, eşlerine dönük küfürler en çok sonuç verenleridir. Ardından fiziki saldırı gelir, tekme atma, taş atma ve diğerleri küfürleri takip eder. Tahrik girişimlerinde militan kızlara özel bir rol düşer. Eğer polis tahriklere gelirse, özellikle öğrencileri coplar, hatta yerde sürükleme veya saçtan çekme gibi enstantaneler yakalanabilirse eylem amacına ulaşmış demektir. Çünkü bu tür görüntüler hem medya ilgisini çekmek için, hem de polisi ve devleti kötü (onların deyimiyle faşist) göstermek için yeterlidir.

Polis neden sert?

Polisin eylemlere sert müdahalesinin ise bir nedeni eğitim eksikliği ve çalışma şartlarındaki yetersizliklerdir. Fazla mesai almadan, saatlerce, hatta bazen günlerce izin kullandırılmadan çalışan polisin sinirleri zaman zaman yıpranmaktadır. Türkiye’deki güvenlik açıkları dikkate alındığında polis sayısı, özellikle deneyimli ve uzman polis sayısı oldukça yetersizdir.

Polisin sertliğindeki bir diğer neden ise öğrenci olaylarının terör örgütleri ile olan bağlantısıdır. Eylemlerde PKK, DHKP-C ve diğer örgüt bağlantıları gün gibi aşikârdır. Terör örgütlerinin renkleri ile pankart taşıyan, terör örgütü sempatisini açıkça dile getiren eylemler bile toplum tarafından ‘öğrenci protestosu’ şeklinde yansıtılmaktadır. Oysa ki bu tür eylemler ABD’de veya İngiltere’de doğrudan terör suçu kapsamında değerlendirilir ve sadece örgüt üyeliği bile çok ağır hapis cezaları ile sonuçlanır. Ne var ki Türkiye’de yasalarımızda ve yasaların uygulanmasında ciddi tutarsızlıklar vardır. PKK veya DHKP-C üyesi olduğu gün gibi aşikâr olan kişiler gözaltına alınır ama kısa sürede serbest bırakılır. Hâkimler genelde bu öğrenciler birini öldürünceye veya ağır bir şekilde yaralayıncaya kadar gerekli cezaları vermez. Gerekli cezaların verildiği hallerde ise konu öğrencilerin masum hak taleplerinin hapisle cezalandırılması olarak yansıtılır. “YÖK’ü protesto etti, 5 yıldır hapiste” türünden haberler buna iyi bir örnektir.

Bu tür eylemlerde polisler genelde öğrencileri çok iyi tanır, hatta isimlerini bile bilir. Çünkü onlar birkaç kez gözaltına alınıp bırakılmış kişilerdir. Artık profesyonel eylemci olmuşlardır. Kısacası konuştuğumuz eylemlerin önemli bir kısmı gerçek öğrenci protestosu değildir. Gerekli önlemleri almadan, gerekli yasal ve diğer düzenlemelere gitmeden ve eylemlerin gerçek doğasını anlamadan bu tür eylemleri sonlandırabilmek mümkün değildir.