Geçen hafta “AK Parti’nin zenginleri Taksim olaylarý sürecine karþý neden tavýr koymadý?” diye sormuþ ve cevaplamýþtým: Tavýr koymadý çünkü koyamadý. Çünkü AK Parti’nin zengini yok!...
Böyle bir zenginliðin olduðu iddiasý üzerine kurulan þehir efsanesi de bu süreçte çöküp gitti.
Geride býraktýðýmýz gergin günlerden çýkarýlacak derslerin baþýnda bu mesele; yani bir zengn sýnýfý olmamasý gelir.
Muhafazakar karakterli sermaye elbette var ve elbette Türkiye’nin büyümesine paralel onlar da geliþti.
Bir lig gibi düþünülürse hiçbir zaman üst sýralara týrmanma ve dahasý orada çok sayýda markanýn kümelenmesi ihtimali yok. Bugünkü þartlarda fiziki olarak böyle bir yükseliþ mümkün deðil.
Lig... Yani en zengin 100 aile liginde birkaç þirket var ama bu yeterli deðil. Sadece zengin olmak da yetmez beraberinde ayný perspektife sahip olan, hem kritik anlarda hem de normal süreçlerde ortak hareket edebilecek bir sýnýf bilinci geliþmesi lazýmdýr; bu da yok. Üç-beþ þirkette olsa da anlamý yok.
Ilk 100 içinde 40-50 büyük aile, ilk 500’de 200’ün üzerinde aile olmalý ki Türkiye’de muhfazakar sermayeden bahsedebilelim.
Peki, neden yok?
Baþtan alalým...
Zenginliðin temel girdi maddesi geleneksel olarak sermaye birikimine sahip olmak ve ayný zamanda ekonomik geliþmeyi iyi yakalayabilmektir.
Muhafazakar giriþimcilerde ikincisi güçlü bir þekilde olsa da birinci unsur eksik. Sermaye yok.
Öte yandan AK Parti, kamu ihale düzenini doðal ve rekabetçi seyrinde býrakmaya özen gösterdi. Kimin hangi ihaleyi kazandýðýna bakmadý. Rakamlarýn yüksek olmasýna yani kamu çýkarýnýn maksimize edilmesine dikkat kesildi. Hiç hoþlanmayacaðýný varsayabileceðimiz gruplar bile ihale kazansa sevindi çünkü Erdoðan toplam ekonomiye katkýya odaklandý.
Kesinlikle iyi yaptý. Bu sayede ihale düzenine güven geldi ve kamu kaynaklarý þeffaflaþtý. Toplum ekranlarda maç seyreder gibi ihale yarýþýný seyretti. Tartýþmasýz doðru bir sistem.
10 yýlýn sonunda, büyük kamu ihaleleri ligi de hemen hemen ilk 100 listesi gibi gerçekleþti. Araya farklý isimler girmiþ olsa da ayný sermaye karakterini burada da görüyoruz.
Ekonomi kamu ihalelerinden ibaret deðil... Hatta 10 yýlda kamunun payý toplam ekonomi içinde azalmaya da baþladý.
Ancak mesele 10 yýl önceki yarýþa baþlama þartlarýnda düðümleniyor.
2002’de temel sorun rekabet adaletsizliði ile orta ve büyük ölçekli þirketlerde fýrsat eþitliðiydi. 2002’de AK Parti’ye yakýn olduðu varsayýlan þirketlerle, muhafazakar þirketler sermaye açýsýndan çok çok gerilerdeydi. Rekabet þartlarý iyileþti ama tam ekonomi geometrik olarak büyümeye baþladýðý bu trendde geleneksel olarak sermaye birikimine sahip aileler ve þirketleri tutulamaz hale geldi. Büyümenin baþladýðý noktada sahip olduklarý avantaj sayesinde çarpan etkisinden istifade ettiler. Muhafazakar ve/veya Anadolulu olarak tarif edebileceðimiz þirketler ise sermaye gücü açýsýndan yetersizliklerini yýllar içinde kapatamadýlar. Kapatmak þöyle dursun aradaki farkýn açýlmasýný engelleyemediler.
Fikirleri, enerjileri ve dünyayla iliþki kurma becerileri vardý ama paralarý yoktu. Bütün bu özelliklere zaten sahip olan ve üstelik parasý da olan geleneksel sermaye karþýsýnda yenilmeye mahkum oldular.
Köklü holdingler geometrik olarak büyümeye devam ettiler. Sermayelerini, cirolarýný, altyapýlarýný, menkullerini, gayrýmenkullerini ve nihayet paralarýný ikiye, dörde ve neticede onuncu yýlýn sonunda 10’a 20’ye katladýlar.
Netice itibariyle, hem kamuda hem de özel sektörde sermayesi olan ve bu sermayeyi rekabetsiz yýllarda toplayan aileler ve holdingler büyüdü. Yolun baþýnda olanlar yani Anadolu sermayesi yani muhafazakar sermaye de kendi çapýnda zenginleþti ama zenginlikleri devede kulak kaldý.
Aradaki farký anlatmak için þunu söyleyeyim:
Mübalaðasýz, en büyük dört-beþ holdingin 10 yýlda büyümesi, piyasa deðeri artýþý muhafazakar sermayenin toplam büyüklüðünü bile geçmektedir. Çünkü muhafazakar sermaye ev yaptý, inþaatçýlýða soyundu, ihracat için üretim yaptý veya marketçilik yaptý ama bankacýlýk, finans, enerji gibi ana sektörlere giremedi buna baðlý olarak medya sermayesini de derinleþtiremedi. Ýstisnalar var elbette ama tekrarlayalým, onlarýn toplamý da bütün içinde aðýrlýk oluþturamadý...
AK Parti’nin geride býraktýðý 10 yýlýný da önümüzde görünen yeni 10 yýlýný da bu perspektif dairesinde okumak gerekir demek gereksiz bir analiz olmaz herhalde...
Hele son fýrtýnadan sonra...
Not. Tabi iki en önemli mesele demokrasi dersidir. Bunu da bilahere yazacaðýz, konuþacaðýz.
Sermayenin sýnýf bilinci nasýl olur?
Bu vesileyle, “sýnýf bilinci” meselesini de açayým. Marksizm’den ödünç bu kavram Ýstanbul sermayesinin hal ve hareketlerini net bir þekilde izah ediyor.
Sadece paradan söz etmiyoruz... Sermayenin parasý, geleneði ve dayanýþmasýna ilaveten güçlü bir medyasý ve en az onun kadar güçlü bir sivil toplum örgütlenmesi vardýr. Eleþtirmemek saygý duymak lazým...
Ülkenin en büyük müzeleri, festivalleri, organizasyonlarý, çevre örgütleri, yeni teknoloji dernekleri, spor kulüpleri, sergi salonlarý, konserleri, sosyal sorumluluk kampanyalarý bu kesim tarafýndan organize edilmekte ve desteklenmektedir. En þöhretli isimler, en iyi müzisyenler yine bu kesimin mütemmim cüzüdür.
Sermaye ayný zamanda güçlü bir uluslararasý iletiþim ve dayanýþma aðýna sahiptir. (Gezi vak’asýnda görüldüðü gibi..)
Özet... Gelenek, para, medya, toplumsal örgütlenme ve uluslararasý iliþki bir arada olmak zorundadýr. Ki, sermaye bilincinden ve ortak hareketten söz edilebilsin.