ODTÜ’nün mezuniyet töreninde açýlan bir dizi “Gezi Parkçý” pankart, tartýþma konusu oldu.
Parktaki kadar zeki ve yaratýcý sloganlar yoktu aslýnda ortada. “Biber kullanma demedik, salça olarak yine kullan” cümlesi, örneðin, biraz “sana ne-saman ye” seviyesi yansýtýyordu.
Asýl sorun ise, dev bir pankarta yazýlan þu mesajdaydý:
“Benim integral alamayan bacýlarýmý dövdüler.”
Bu, Baþbakan Erdoðan’ýn Kabataþ’taki rezil saldýrý için söyledikleriyle edilen bir alaydý. Ama asýl o saldýrýnýn maðduru olan hanýmefendiye karþý yapýlan bir terbiyesizlikti.
Bu terbiye zaafiyeti epeydir sürüyor aslýnda. Yaþadýðý saldýrýyý anlatan insana “ispatla bakalým, yoksa inanmayýz” diyenlerce sürdürülüyor.
Oysa, bu mantýk geçerli olsa, dünyadaki tecavüz maðdurlarýnýn çoðu yüz üstü býrakýlýr. Yahut “oruç tutmadýðým için dayak yedim” diye basýna konuþanlar hiç dikkate alýnmaz. Oysa onyýllardýr ne kadar dikkate alýndýklarýný hepimiz iyi biliyoruz.
Dolayýsýyla, bence, Kabataþ saldýrýsýna dudak bükmenin altýnda baþka bir þey var: Saldýrganlýðý, otoriterliði, baðnazlýðý hep “karþý taraf”a atfeden, kendi tarafýna ise toz kondurmayan bir “cemaatçilik.” Laik cemaatçilik...
ODTÜ töreninde sadece tek bir politik tutumu yansýtan sloganlar açýlmasý bile bu cemaatçiliði yansýtýyor zaten.
Öyle ya, ODTÜ’de baþka türlü düþünen öðrenci yok mu? Öyleyse müthiþ tek sesli bir yer burasý.
Ya da, baþka sesler var ve kendilerini ifade edemedilerse, müthiþ bir “mahalle baskýsý” resmi çýkmýyor mu ortaya, akademisyen Serdar Kaya’nýn Twitter’da isabetle vurguladýðý gibi?
‘Bilim’ ve ‘halk’ adýna
Sözünü ettiðim problem, ODTÜ’yle veya “laik kesim”le de sýnýrlý deðil elbette. Türkiye’nin yaygýn, hatta evrensel sorunu.
Ama bugün Gezi olaylarý ile yeniden temayüz eden “laik kesim”e odaklanacaðým. Çünkü, bu kesiminin tepkiselliðinin komplo teorileriyle savuþturulmamasý, toplumsal bir realite olarak “anlaþýlmasý” gerektiðini bir aydýr savunuyorum. Ancak “anlamak”, “onaylamak’deðil.
Aslýnda Gezi Parký kitlesi içinde takdire þayan bir damar da görüyorum; bunu belirteyim. Bunlar, “biz kimsenin askeri deðiliz” diyen; Baþbakan’a savrulan iðrenç küfürleri susturan ve silen, dindar olmasa da Miraç Kandili’ne saygý gösteren, liberal yahut liberalimsi birey ve gruplar. Aralarýndan bazýlarý, geçen gün dört dörtlük bir “Baþörtüsüne Özgürlük” bildirisi yayýnlayarak çizgilerini bir kez daha ortaya koydular.
Bunlarý görmemek, vandallarla, küfürbazlarla bir tutmak, hem vicdanen haksýzlýk olur, hem de siyaseten akýllýca olmaz.
Fakat Gezi hareketi içinde, ilk baþtan beridir, otoriter bir damar da var. Þiddet kullanmayanlar arasýnda bile var.
Bu, en net biçimde, hükümetin “referandum” formülü üzerine ortaya çýktý. Referanduma yanaþmayan bazý eylemciler, parkýn korunmasýnýn “bilimin gereði” olduðunu iddia ettiler. (Yani, bilimin her konuda bir “gereði” vardý ve bunun ne olduðunu da kendileri biliyordu, sözüm ona.)
Öte yandan, ayný eylemciler, “biz halkýz” deyip durdular. Oysa “halk” içinde milyonlarca AK Partili de vardý, Topçu Kýþlasý isteyen de, meseleyi umursamayan da.
Sosyalistlerin halkýn tüm sosyalist-olmayan kesimlerine “halk adýna” ideoloji dayatmasý gibi bir traji-komedi vardý ortada.
Gerçekte, Gezi Parký eylemcilerinin yapmasý gereken, barýþçýl protesto ile taleplerini ifade etmek, referandum çözümü gelince de bunu kabul etmekti.
Ve, en önemlisi, seçilmiþ hükümeti “devirmeyi” deðil “etkilemeyi” hedeflemekti.
Bunu ne kadar yapabildiler, ya da niçin yapamadýlar, salim kafayla oturup bir düþünmeliler.