“Gezi olaylarý”nýn birinci yýl dönümü yine “olaylý” geçti. Parkýn kendisi sakin ve mutena kaldý ise de, parka girmeye, ona doðru yürümeye çalýþan gruplara yapýlan “polis müdahalesi”, yine can yaktý, yaralanmalara, göz altýlara sebep oldu.
Öte yandan Eyüp semtinde de bir polis memurumuz atýlan molotof kokteyli ile yaralandý. Hepsine geçmiþ olsun diyorum.
Detaylarý basýndan okuyabilirsiniz. Benim odaklanmak istediðim mesele, artýk bir kýsýr döngüye dönüþen bu siyasi gösteri > polis müdahalesi > gösterici tepkisi sarmalýný nasýl aþabileceðimiz.
Bu konuda da, Amerika’yý yeniden keþfe gerek yok, demokratik toplumlarýn belli standartlarý var: Barýþçýl siyasi gösteriler, temel bir demokratik bir haktýr. (Türkiye’nin de Arap Baharý sürecinde, bihassa Mýsýr ve Suriye’de bu hakký ýsrarla savunduðunu hatýrlayalým.) Göstericilerin “gerçek niyeti” yahut “arkalarýndaki güçler” ile ilgili tahmin ve teþhisler de bu demokratik hakký ortadan kaldýrmaz.
Polis, ancak þiddete baþvuran, yani örneðin molotof fýrlatan, taþ atan, çevreye saldýran göstericilere müdahale etmelidir. (Türkiye’de böyle tiplerin var olduðuna da kuþku yok; bilhassa radikal sol örgütlerin militanlarý “maske”leriyle boy gösterip þiddet uyguluyorlar. Gösterilerdeki barýþçýl çoðunluðun bunlarý engellemesi, en azýndan kýnamasý ise, hem ahlâken hem de siyaseten elzemdir.)
Bizim hükümet de “barýþçýl gösteri” hakkýný tümden reddetmiyor aslýnda. Ama yerini belirlemek istiyor. “Taksim gösteri yeri deðil, gidin Kazlýçeþme’de yapýn gösterinizi” deniyor Geziciler’e.
Oysa, açýkçasý, demokratik toplumlarda böyle bir yer zorlamasý da yoktur. Eðer yüzbinlerce kiþilik dev bir miting yapacaksanýz, trafiðin ve hayatýn akýþý açýsýndan elbette özel bir miting meydanýna yönlendirir idare sizi. Ama bir kaç yüz kiþi bir araya gelip, pankart açýp slogan atacaksa, bunu þehrin ücra bir köþesinde deðil, görünür bir merkezinde yapmak isterler. Yaparlar da.
Nitekim son aylarda Mýsýr’daki kanlý darbe rejimini veya Suriye’deki katliamcý Baas diktasýný sýk sýk protesto eden vatandaþlarýmýz (ki hissiyatlarýna tamamen katýlýyorum), gösterilerini Ýstanbul’un boþ miting meydanlarýnda deðil, Bebek ve Teþvikiye’de düzenliyorlar. Çünkü Mýsýr ve Suriye konsolosluklarý bu semtlerde. Ayasofya’nýn ibadete açýlmasýný davet eden bir toplu bir namaz da, baþka bir yerde deðil, elbette Ayasofya’nýn önünde kýlýnýyor.
Ýktidarýn Taksim ve Gezi Parký düzenlemelerine yönelik bir itirazla doðan siyasi bir tutum da, haliyle, sesini bu mekanlarda duyurmak isteyecektir. Barýþçýl olduðu ve uzun süreli bir “iþgal”e dönüþmediði sürece yasaklanmamalý, engellenmemelidir.
Kanýmca buradaki anahtar, “asayiþ” vurgulu bir tutumdan “özgürlük” vurgulu bir tutuma geçmektir ki, bunun mümkün olduðunu Türkiye tam da AK Parti iktidarý sayesinde öðrendi. Doksan yýllýk Kürt Sorunu, ancak o paradigma dönüþümü sayesinde “çözüm” yoluna girdi.
Ayný paradigma dönüþümü, yani “asayiþ” vurgusundan “özgürlük” vurgusuna geçiþ, baþta Gezi olmak üzere Türkiye’nin tüm mevcut gerilimleri için de elzemdir. Ýktidar, böyle bir dönüþüm yapabilirse, iki ayrý yönden kazanacaktýr: Evvela, gerilimin dozu düþecek, muhalefetin hýrçýnlýðý dinecek, Türkiye daha “yönetilir” hale gelecektir. Dahasý, iktidara yönelik “otoriterlik” eleþtirisine karþý etkili bir cevap verilmiþ olacaktýr.
Öyle ya, düþünsenize, geçen Cumartesi Gezi Parký barýþçýl gösterilere açýlsaydý, iktidara karþý en aðýr eleþtirileri getiren pankartlar bile ellerde serbestçe gezseydi, bu tablo tam da Türkiye’nin özgür bir ülke olduðunun altýný çizmez miydi?