Gezi’den çıkardığım ders

Gezi Parkı’nda başlayan “masumane” eylemin polisin gazından da gaz alarak önce sokağı sonra da (ha gayret deyip)ülkeyi yönetilemez hale getirme hevesinin yarattığı kaos ve biber-li gazlı toz duman dağıldığına göre artık esasa ilişkin şeyler konuşabiliriz.

Taksim Dayanışma’sının “demokratik protestolarını yaptıkları için gözaltına alındıkları” masumlaştırmasına da şimdilik mesafeli olduğumdan Gezi’nin eylemsel ve adli boyutunu bir kenara bırakıp göklere çıkardığımız gençlere dair birkaç kelam da ben etmek istiyorum.

Gençler en doğrusunu bilir! Samimiyetle böyle düşünüyorum. Kendi gençlik yıllarımdan biliyorum. Hangi gence sorarsanız sorun bu iddiamı çürütecek bir cevap alamazsınız. Gençlik böyle bir kimyadır. Bu yüzden çok güzeldir. Bu yüzden gençlik-öğrencilik yılları ömrün tatil dönemidir.

Benim ilk gençlik yıllarımda İslamcılık yükselen değerdi. Ülkücü ve solculuğun şiddete çokça bulaşmış ve eskimiş ideolojilerine karşı yeni farklı bir şey söylüyordu İslamcılar. Üstelik Türkiye’nin ve dünyanın mustazaflarıydılar. Batıl karşısında Hakk’ın yanında olmak İslamcı olmayı gerektiriyordu. Ayrıca İslamcılar çok okuyorlardı, hiçbir şey ayırd etmeden hem de...

Su yatağını buldu

Tabii dayanışma da çok önemliydi. Cemaatler, dergiler, vakıflar farklı olsa da haksızlığa karşı yan yana gelmek hiç zor olmuyordu, tüm farklılıklar lailaheillallah deyince siliniyordu.

İşte bu İslamcı ideoloji Türkiye özelinde sosyolojik bir kategori olan muhafazakar kesimle eklemlendi. Bir anlamda su yatağını buldu.

Bu kısmet solculara da ülkücülere de nasip olmadı, olmazdı da. Çünkü temel referans dindi.

Bu sürecin gençlerle çok yakın bir ilgisi var.

Gençler her zaman potansiyel politik malzemedir. Onların bir fikri olmadığı anlamına gelmez bu. Ama kanları kaynadığından belki de muhalif söylemler onlar için daha caziptir. Siyasallaşacak bir damar ararlar. Dini yaşamak noktasındaki baskı rejimi geri çekildikçe İslamcı gençliğin Kürt sorunuyla ilgili PKK jargonuyla konuşan tezahürlerine rastlamamız da bununla ilgilidir. 

Kürt sorunu gençlerin siyasallaşmasının en haklı sebebi oldu son yıllarda. Kürt sorunuyla ilgili demokratik gelişmelerin siyasallaşmanın engeli değil teşvikcisi olması da yine bununla ilgili. Hem meşru hem de muhalif bir duruş sergilenebildi demokratikleşme adımları sayesinde.

Öfke ve nefret siyaseti

Gezi’nin de en önemli çıktısı gençlerle ilgili bence.

Bir kere Y ya da Z kuşağı diyerek Gezi’nin dışında kalan “sessiz gençlere” karşı “eylemci gençlere” ahlaki bir üstünlük vehmetme yanlışına düşüyoruz. 

Bir öfkenin yan yana getirdiği Gezi gençlerine yol tarif eden “büyüklerini” hiç görmüyoruz.

“A-politik gençler bunlar ama öfkeliler işte” dediğimizde bunun siyasallaşmak için yeter sebep olmadığını anlamıyoruz. Başbakan Erdoğan’ı öfke nesnesine dönüştürerek ancak sabun köpüğü bir siyasallaşma temin edilebilir.

Erdoğan’ın bizatihi varlığı üzerine kurulmuş bir siyasal dilden uzun ömürlü bir siyaset üretilemez.

Fakat benim lafım muhafazakar kesime. Muhafazakarların toplumsal dayanışma kurumlarına eski ehemmiyeti vermemesine. Bir rehavet hali çökmüş üzerlerine. Gençlerle ilgili yapılması gerekenleri de Başbakan’dan bekliyorlar.

En basiti burs mekanizması. Eskiden öğrenci okutmak muhafazakar kesimin en çok önem verdiği şeydi.

Laikliğin toplumsallaşması da Halkevleri sayesinde oldu.

Eğitim olanaklarının fırsat eşitliği ilkesiyle herkese ulaştırılması gerek. Bu devletin görevi. Ama muhafazakar toplum kesimleri eski yöntemlerle Kuran eğitimi verme vizyonsuzluğunu aşmalı. Bir şey yapmalı yani; çocuklarının ellerinden kayıp gitmesini istemiyorsa.

Bir zamanlar muhafazakar kesimdeki dayanışma ruhu ve “bir şeyler yapmalıyız” endişesini bugün laik kesim taşıyor.

Gezi’den bir ders çıkarmak istiyorsak dönüp gençlere bakalım.