Gezi’den kalanı Hükümet taşıyacak

Gezi bitti mi gerçekten? Ülkenin dört yanına hızla yayılan ve geçtiği her yeri yakıp yıkan bu ateş, sene-i devriyesini görmeden sönümlendi mi yani? 

Görünüşe göre öyle.

Geçen yıl hem dört milyondan fazla insanın katıldığı eylemlerin çoğulculuğunu örten, hem bu büyük sivil tepkisellikten tekdüze bir iktidar devşirerek Hükümete muhtıra vermeye kalkan Taksim Platformu’nun ardında bu yıl iki bin kişi dahi toplanmış değildi.

Her türlü manipülasyon ve dezenformasyon için 7/24 twitır mesaisi yapan, ‘mesele ağaç değil, sen hala anlamadın mı’ diye çağırdıkları gençleri savaş dili kullanarak cepheye süren gazeteci-yazar-oyuncunun bir kısmı hepten arazi oldu bu yıl.

Bir kısmı plajda kremlenmeden önce yazdığı bir iki romantik tıwit’le sıra savdı, bir kısmı aynı performansı sergilese de eriyen itibarı nedeniyle kimseyi toplamayı başaramadı.

Geçen yıl gerçek bir öfke patlamasıyla meydanlara çıkmış olsalar da olayın yapay bir darbe girişimine dönüştürüldüğünü gördü çünkü büyük kalabalıklar. Eylemlerinin tedavülden kalkmış ulu-solcular, beceriksiz romantik devrimciler, kifayetsiz siyasetçiler tarafından kullanıldığını anladı.

Ölümden faydalananlar

“Bir kaçı ölse, Hükümeti ne güzel deviririz” temennileriyle ateşe sürülen gençlerin ölü bedenlerini yeniden devrimci şarkılar besteleyebilmek, duygu yüklü belgeseller çekebilmek için “ilham nesnesine” çevirenleri bildi insanlar. Bu ölümlerin, Gezi temalı konserlerin, filmlerin, kitapların müelliflerinin banka hesaplarında “hayli duygusal bir etki” yaratacağından da şüphesi yok kimsenin.

Gezi’yi kültürel bir sınıfın Türkiye’deki büyük değişime ve eşitlik fikrine uyum sağlamakta zorlanmasıyla açıklayan analizlere katılmakla birlikte, bu hoşnutsuz sınıfın Gezi’den bir tür feraset geliştirerek çıktığına da inanıyorum ben.

Üstelik belki de ilk defa, kendilerinin o çok büyüttükleri özel yaşama saygı sorunları dışında bu ülkede çok hakiki yakıcı sorunlar olduğunu da öğrenmiş bulunuyorlar. İnsanların bir ayakkabı fiyatına bir ay çalıştıklarını öğrendiler, şaşırdılar. Ceylan adında bir kız çocuğunun neden ve nasıl öldüğünü duydular, üzüldüler. Benzer şekilde sokağa kendi iradeleriyle çıkan Mısırlıların ülkesinde bu eylemlere yaslanarak askeri darbe yapıldığını, Suriye’nin kan çanağına çevrildiğini, Ukrayna’da ülkenin bölündüğünü gördüler.

Sebep muhalefet, çözüm iktidar

Bu gibi nedenlerle Gezi kendini tekrar etmedi. Ama bitmedi de. Çünkü Gezi’ye yol açan sebepler ortadan kalkmadı. Gezi’yi anlaması gerekenler mesajı almış görünmüyor zira.

AK Parti hükümetine ve Başbakan Erdoğan’ın şahsına yöneltilmiş bir eylem olsa da Gezi’nin sebebi, hedefledikleri değildi. 

Sebep, bu kadar geniş bir kitle bu derece hoşnutsuz bir noktaya savrulurken onları anlayıp dinlemeyen ve taleplerini siyasete tercüme edemeyen muhalefetti.

Hâlâ da öyle.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sadece iki ay kalmışken muhalefet partileri hâlâ bir adayda olması gereken özellikleri ve kendilerinin uyması gereken prensipleri belirlemek için randevulaşıp haftada bir buluşuyor. Ama hayır, isim konuşmuyorlar. Bu çabanın beyhudeliğini en çok onlar biliyorlar.

Gezi’deki öfke patlamasını anlamak isteyenler için bu güncel örnek yeterlidir.

Gezi’den geriye büyük bir hayal kırıklığı ve gıcır gıcır bir fay hattı kaldı sonuçta.

Çaresizlik, tükenmişlik hissiyle yeni bir patlamaya kadar geri çekilen, içine kapanan, agresyonla depresyon arasında gidip gelen muhalif kentliler diye bir sorunu var artık Türkiye’nin.

Gezi “en temelde” ve “son tahlilde” bir muhalefet sorunudur ama bu sorunu da çözecek olan yine siyasi iktidardır.

Siyaseten temsil edilemeyen kitlelerin biriken öfkesinin yeni bir patlamaya yol açma ihtimali her daim var. Bunun için AK Parti Hükümeti, bu fay hattında biriken enerjiyi takip etmek, bunda kendi payını ölçmek ve bu negatif enerjinin sağlıklı şekilde boşaltılmasına yardımcı olmakla da yükümlüdür bundan böyle.