Gezi’nin ahlaki üstünlüğü var mı?

Başbakan Erdoğan’ın dün grup toplantısında yaptığı konuşma Taksim Gezi’de bir toplumsal itiraz olarak başlayan ancak hızla bambaşka ve karmaşık bir şeye dönüşen olayların tüm boyutlarının ve katmanlarının görüldüğünü, değerlendirildiğini ve siyasi karşılığının verilebilmesi için ihtiyaç duyulan hareket alanının birkaç açıdan açılmaya çalışıldığını gösteriyor.

Gezi olaylarının seyri, sebepleri ve hedefleri benzeşik olmadığı gibi Gezi’deki kalabalık da homojen değil. Meydanı bileşenlerine ayrıştırmak ve her birine ayrı cevap vermek kaçınılmazdı. Belli ki bu nedenle Başbakan’ın konuşması çok katmanlı bir yapıdaydı.

Eylemin park içinde devamına müsaade edilirken Taksim üzerindeki işgalin sonlandırılması ve meydanın vatandaşın kullanımına açılması için yapılan çalışmalar dün öğleden sonra atılan molotoflarla çatışmaya dönüştü ama çözüm oradan değil buradan çıkacağı için işin meşru özüne yeniden bakmak gerek.

Gaz toz bulutu ortadan kalktığında mesajı dikkate alınması ve siyasete yansıtılması gerekenler kimler?

Maksadı darbe, şu bu olmayan, ideolojik bagajları olsa da dayatma içermeyen bir politik duruş sergileyenler.

Ne diyorlar?

Varlığıma ve kararlarıma saygı göster. Bana buyurma. Bana bağırma.

Kime diyorlar?

Siyasi iktidara.

Bu mesaj alındı mı?

Yapılan konuşmalara, atılan adımlara bakılırsa, evet. Hükümet darbecilerle mücadele, çevrecilerle müzakere edeceğinin mesajını verdi ve lokomotifliğini yaptığı Türkiye’nin bunca kazanımını riske atmadı.

Ama alınan bu mesajın ve itirazın değer kaybına uğramaması için eylemin ilk sahiplerinin de etraflarının kimlerce sarıldığını, kimlerin yedeğine düştüklerini görmeleri beklenir.

Elbette ki ilk sivil itirazın dikkate alınmaması, polisin ilk müdahalesinin yanlışlığı ve buna duyulan öfkenin doğru bir yöntemle kontrol edilmemesi gibi sebeplerle olaylar büyüdü ve bundan sebep kendine bir tür meşruiyet alanı da yarattı... Ama bu kadar! Daha fazla değil.

Türkiye demokrasi tarihine en küçük katkısı olmamış, bir çöpü şuradan şuraya kaldırmamış, bilakis bin bir emekle sağlanan ekonomik ve demokratik her kazanımın önüne dikilenlerin -buna marjinal ve sistem içi sol ile ulusalcılar dahil- icraatlarını görmek zorunda Gezi sakinleri.

Bu yapıların çalıntı bir meşruiyetle iktidar alanı yaratmaya, ahlaki üstünlük taslamaya başladıklarını ve Türkiye’ye siyaset dayattıklarına uyanmak ve buna göre tutum almak zorundalar, eğer ciddiye alınmak istiyorlarsa.

Bir iki şey daha var aslında: Olaylar parkta yaratılan yarı kurgusal yarı doğaçlama romantik komün hayatından, şarkılar söylenen halaylar çekilen panayır hallerinden çıkalı çok oldu. İlk ülkenin her yerinde sökülen kaldırım taşlarıyla, zekadan ve edepten yoksun duvar yazılarıyla, yakılan tahrip edilen bina ve araçlarla, başörtülü kadınlara yönelik tacizlerle, komşu sabrı zorlayan tencere tava gürültüsüyle kaosa ayarlı olarak yürütülüyor ve bunu yapan vandallar referansını Gezi’den alıyor.

Ve de Gezi’de yapay da olsa bir toplumsal çeşitlilik olsa da toplumun çok büyük kesimi olup bitenleri “la havle” çekerek sabırla izliyor. Bu, sessiz çoğunluğun takdir edilesi feraseti, demokratik olgunluğu ve kararlılığıdır şüphesiz ama eğer Gezi de, bu kavramları önemsiyorsa Başbakan’a yönelttiği haklı eleştirideki argümanını hatırlamalı ve meşruiyet ve haklılığını korumak için kendisinin nasıl algılandığını da hesaba katmalıdır.

Gezi’ye demokratik hak kullanmak için çıkan protestocu gençlerin molotof kokteyli yapmayı da atmayı da bilmeyeceğini tahmin etmek zor değil. Ama bu, durumu değiştirmiyor. O çocukların saflığı üzerinden siyaset dayatan geçkinlere karşı gençlerin bir inisiyatifi, anne babaların tasarrufu olmayacak mı? Gezi mesajının zayıflaması bir yana bu gençlerin bu olay bazında son derece yanlış bir siyasi bilinç ediniyor olmaları da çok önemli değil mi?