Fenerbahçe, 15’inci dakikada ilk kornerini kullandýðýnda; o ana kadar rakibin yarý sahasýna bile girememiþti. Dolayýsýyla; o süreye kadar herhangi bir ataktan, pozisyondan, þuttan söz etmek mümkün deðildi... Sanki deplasmanda oynayan bizdik.
Ayrýca deplasmanda bile olsan, bu denli silik kalmanýn mantýðý yok. Oynayan, bastýran, kýstýran Zorya’ydý... Gerçi onlar da, onca baskýya raðmen diþe dokunur pozisyon bulamýyorlardý ama; oyunun hakimiydiler. Top ve söz hakký onlardaydý.
15 dakikadan sonra çok þey mi deðiþti? Pek deðil. Fenerbahçe sadece devrenin sonlarýna doðru kafa tutacak kývama gelmiþti. Ýz býrakmayan bir-iki þut denemesi ile sýnýrlý kaldýlar. Sarý-lavcivertliler; son Manchester United maçý akla geldiðinde, bu kez çok iddiasýz, sessiz ve neticesizdi. Maç elden gidebilirdi.
Çünkü Zorya, ataklarýnda çok fazla etkili pozisyon üretemese de; Fenerbahçe’nin ceza alanýna kadar (Kýsa, seri, isabetli paslarla) rahat akýyordu. Takým oyunu, bizimkilere kýyasla çok iyiydi. Fizik olarak da diriydiler. Devre arasýna büyük soru iþaretleriyle girdik.
* * *
Ýkinci yarýya Stoch’la baþlamak takýma iyi geldi. Daha ilk dakikalarda arka arkaya pozisyonlar bulduk. O ana kadar iyi oynayaný olmayan takým, ortak bilinçle giderek kompakt hale geldi. Ne yaptýðýný, ne yapmak istediðini, neyi planladýðýný geliþtiren bir olgunluk gösterdi. Stoch’un harika golü, bu açýk geliþmenin geç kalmayan ödülüydü.
Sonrasý çorap söküðü gibi geldi. Stresi üzerinden atan ve rahatlayan Fenerbahçe; rakibin yüklenmelerine bilinçli bir direnç gösterdi. Kendi ataklarý da organize becerileri ve etkin hücum frekansý kazanýnca, kimin gerçek patron olduðu ortaya çýktý. O ana kadar Zorya’nýn kendi deðil, gölgesi büyükmüþ... Güneþ çekilince, gölgesi de kalmadý.
Dað baþýný duman almýþ, yürüyelim arkadaþlar.