Gölgeyi gerçek sanmak

Ülkemizde ciddi sorunlar yaşanıyor. Bu sorunların özünde şunu bulmak mümkün: Demokrasiye geçişimizden beri iki zıt ama hayali görüş birbiri ile çatışıyor. Genel olarak darbeler şeklinde tezahür eden bu sorun Cumhuriyetin kuruluşunda kabul edilen ve devletimizin temelini teşkil eden görüşlerin, özellikle laikliğin, göz ardı edildiği, hatta onu ortadan kaldırmanın, merkez sağ iktidarların amacı olduğu söyleniyor ve cumhuriyetimizi korumak için bu iktidarların bertaraf edilmesi düşünülüyor ve gerçekleştiriliyor. Cumhuriyetle Osmanlılık arasında varoluşun ve yönetimin birbiri ile alakalı olması bir yana tam zıtlık olduğuna inanılıyor.

***

Ben tarihçi değilim ama gençlik yıllarımdan beri şu soruya cevap ararım. Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişinin padişahın isteği ve ilgisi ile işgal güçlerinin engellememeleri ile gerçekleştiği söylenir. Ben şu sorulara cevap ararım. Neden ordudaki her subay, hatta kendisinden kıdemli olanlar bile ona itaat ediyor. Neden Anadolu’daki her bürokrat ve halk tanımadığı bu kişiye itaat ediyor. Bu itaatin devlete yönelik olduğunu ve herkesin de Mustafa Kemal’in devletin bir görevlisi olduğuna inandığı için, gerçekleştiğine inanıyorum.

Devletimizin, Kurtuluş Savaşı sonunda, yabancı güçlerle bir pazarlık sonucu kurulduğunu ve bunun büyük bir başarı olduğunu düşünüyorum. Burada devlet adına çıkarlarımızı Mustafa Kemal siyasi dehası ile koruyor. Eğer hasım devletler müzakereler sonucu bir çözüme razı edilmeseydi Boğazlarımızı hiçbir sebep yokken işgalcilerin kolay kolay terk etmesi beklenemezdi. Türkiye yeni topraklarında anlamlı bir devlet kurdu. Ben şöyle bir benzetme yaparım. Osmanlı’yı kökünden sökmek istediler. Bizimkiler dibinden kesilmeye razı oldu ve ilerde geri kalan kökten güçlü bir ağaç büyüyeceğini düşündü. Şu anda bu kökten güçlü ve büyümeye yakın bir ağaç yetişiyor. Bu bir başarıdır, Türkiye üzerine oynanan oyunlarla yabancı güçler hala bu amacı gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Türkiye’yi kendisini kuran güce düşman etmek istiyorlar. Laikliği bu amaçla bir mazeret olarak kullanıyorlar. Laiklik kimsenin inancına müdahale etmemek olarak algılanırsa bugünkü yönetimi suçlamak anlamsızdır.

Bu arada askerlerimizin ülkemizi geçmişin kökünden yeşeren bir fidana benzetmeleri gerekir. Yabancı güçler ülkemizde operasyon yaparken bizim reddetmeyeceğimiz düşüncelerin arkasına saklanıyorlar. Mesela bir avuç genci, laiklik adına dini bir topluluğa saldırtırlar ve ülkede bir çatışma ortamı yaratırlar. Bu durumda gençlerin davranışını ne ülke için bir fedakarlık eylemi ne de koruma hevesi olarak kabul edebiliriz. Örnekteki olayda görüldüğü gibi iki boyut vardır. Biri duygusal boyut yani genç ülkeye hizmet ettiğini zanneder diğeri akli boyut. Gençlerimizin bu konularda dikkatli olmaları ve bu kışkırtıcılığın ülkemiz aleyhine çalışan yabancı bir güç tarafından planlandığını, görünenden çok farklı olduğunu anlamaları gerekir. Yabancı güçlerin ülkemize yönelik eylem yaparken çok akıllıca davrandığını kabul etmeliyiz. Gençlerimizin büyük bölümünün ülkeye hizmet amacı taşıdığını bilirler ve adeta şöyle söylerler: Sen ülken için çalıştığını zannet, biz temelini yıkalım da sizi biz yönetelim.

Bir insanın en büyük talihsizliği yaptığı işin amacına ters sonuç yaratmasıdır. Türkiye’nin asıl hedefinin geçmişteki yönetimden geriye kalan değerleri yenileştirmek ve geçmişi doğru anlamak olmalıdır.