Gönül bağından yargılanmak

28 Şubat günlerinin en sert jurnal rüzgarlarının estiği vakitlerde Yaşar Değirmenci, başarılarıyla takdir gören kendisini mesleğe adamış idealist eğitimcilerimizdendi... Eyüp İlçesi Milli Eğitim Müdürü’ydü. Ne var ki hakkındaki  imzasız, isimsiz, mesnetsiz şekilde kaleme alınmış gizemli mektuplar, şikayet konusu olmuştu. Müfettişler ve Bakanlık görevlileri bu art niyetli ama kimlerin yazdığı belli olmayan mektupları maalesef ciddiye alarak kendisine uyarı göndermişlerdi.

28 Ağustos 1998 tarihli ve Milli Eğitim Bakanlığı antetli, müsteşar Bener Cordan imzalı resmi evrakta aynen şunlar yazılıydı: “..Türbanlı öğretmenlere yakın bir görüntü sergileyerek, bazı ast ve üstleriniz nezdinde 8 yıllık zorunlu eğitime karşı ve karşı olanlarla gönül bağı olan bir kişi olduğunuz kanaatinin oluşmasına meydan verdiğiniz tespit edilmiştir.... Uyarma cezası ile cezalandırılmış bulunuyorsunuz...”

 

Alelacele kaleme alınmış bu ceza, uyarı ile kalmayacak ardından sürgün ve rütbe tenziline kadar gidecek, Yaşar Değirmenci’nin ısrarlı hak arayışları neticesinde ancak 23 Mart 2004’te sona erecekti.

28 Şubat’ta yaşanmış akıl krizinin en bariz örneklerinden birisi olduğu için bu kararı hatırlamakta fayda var. Gerçi “türbanlı öğretmenlere yakın bir görüntü sergilemek” gibi oldukça sübjektif ve kanunen suç olmayan bir varsayımı, adeta bir suçmuşçasına deklare edebilmek sadece akıl krizi olmasa gerek. Hele “8 yıl karşıtlarıyla gönül bağı olmak”, hele “böylesi bir gönül bağının olduğuna dair kanaat oluşmasına meydan vermek” suçlarını peşpeşe işlemeye ne dersiniz?

***

28 Şubat işte böyle bir şeydi...

İnsanlar, gönül bağı görüntüsü sergilemekten dolayı suçlanıp meslekten atılıyorlardı.

İnsanlar bazı ast veya üstlerince izlenip, takip edilip, not edilip, sergiledikleri görüntüler ve meydan verdikleri duygulanımlar üzerinden suçlanıp, yaftayı yiyorlardı...

Komedi gibi değil mi?

Ama 15 yıl önce, bunlar komedi değildi. İnsanlar mesleklerinden atılıyor, sürülüyor, aileler darmadağın edilip, bir dilim ekmeğe muhtaç pozisyona mahkum ediliyordu. Yaşar Değirmenci, hakkını aramayı bilen ve bu konuda yılmayan bir kimse olduğu halde, şikayet ve itiraz dilekçesi vermek üzere karşısına çıktığı hakimlerden bazıları kendisine, “sana öğretmenlik bile yaptırmamak lazım bu suçlarla” diyebiliyorlardı... Tam bir gözü dönmüşlük, pervasız bir nefret, hukukun hiçe sayılması...

28 Şubat, gönül bağının yargılandığı, gönüllerin, zihinlerin mıncık mıncık dürtüldüğü, kanatıldığı bir süreçti. Kanunen tarif edilmemiş eylemlerin suç olarak takdim edilmesi ancak tiranlıklara has, faşizme dair bir ceza metodolojisi olduğu halde... İnsanların gönüllerinden geçenlerin bile ihtimaller üzerinden yargılandığı ultra/faşist bir düzeydi 28 Şubat...

Gönül bağının” ihtimallerden yola çıkarak cezalandırılması, “potansiyel suçlu” kavramına dair çok önemli bir örneklik teşkil ediyor. Aslında 28 Şubat’ın sivillere yönelik bu “genelleştirici yüzü”, onu diğer darbelerden daha korkutucu bir hale büründürür... Çünkü o, aslında hepimizi hedef almıştır: Akşam yemeklerini yedikten sonra oturma odasında televizyon seyrederken birdenbire ülkenin birinci tehlikesi ilan ediliveren tüm insanlar... Hepimiz de “potansiyel suçluyduk” darbecilerin nazarında. Zira hepimizin “gönül bağı” vardı, “gönül bağı” yoksa da en azından ihtimali vardı, ihtimal de bulamazlarsa “sergilenmiş görüntü”, görüntü de yoksa şüpheye meydan veren bilgilendirmeler hep vardı hep olacaktı...

Yaşar Değirmenci’ye ne oldu? Onu edebiyat dünyasına kattığı değerli eserleriyle, kültür ve medya dünyasında açtığı tefekküre has dokunaklı kimliğiyle tanıyoruz. Asil, centilmen, müeddeb ve cesur bir kimse. 28 Şubat’ın ağır ve aşikar haksızlıklarıyla uğraşırken kansere yakalanmış, hastalık sürecinde bile hepimize örnek olan gayretiyle gönüllere taht kurmuş bir “Muallim”dir o... Sağolsun, sağlıklı olsun...