Görünen - Görünmeyen

Güney sınırımızda yaşananların görünen yüzünde kaygı yoğunlaşıyor.

Kaygının çerçevesi şu:

“Üst akıl” denen varlık, orada, bizim “terör örgütü” diye nitelediğimiz ve içerde mücadele ettiğimiz yapıya daha sonra siyasal statü kazandıracağı özerk bir alan oluşturuyor.

Bu mudur?

Ve böyle bir süreç işlemekte ise bizim devlet olarak verebileceğimiz tepki, kaygıları ve “Üst akıl”a yönelik tepkileri seslendirmekten ibaret midir?

Acaba “Üst akıl” genelde algıladığımız gibi, misyonu içinde Türkiye’nin savunması da olan NATO’daki müttefikimiz Amerika mıdır?

Ve biz, mesela Eğit - Donat Projesinde işbirliği yaptığımız Amerika ile Suriye’de nasıl bir ortak strateji yürütmekteyiz, ya da böyle bir ortak strateji yoksa Eğit - Donat ne işe yaramaktadır?

Kobani’de Amerika ile ortak hareket edilemedi.

Şimdi Tel Abyad’da da böyle bir birliktelik gözükmüyor.

Amerika’nın PKK konusundaki nihai stratejisini okuyabiliyor muyuz?

Amerika’nın Suriye konusundaki nihai stratejisini okuyabiliyor muyuz?

Amerika’nın Irak ve Suriye dahil genelde bu coğrafyaya ilişkin stratejisini okuyabiliyor muyuz? Bu stratejinin içine Mısır’daki darbe hangi nitelikte giriyor, Filistin nasıl yerleşiyor ve Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun, Ak Parti iktidarlarının “Ortadoğu okuması” nasıl giriyor?  

Görünenler kaygı uyandırıyor.

Kaygı, süreci kontrol edemediğimiz ve bunun Türkiye’ye de bir bedel ödetebileceği istikametinde yoğunlaşıyor.

Ortadoğu zaten bedel ödüyor. Mısır, Suriye, Irak, Yemen vs...

Türkiye, Ak Parti döneminde “Oyunu yönlendirme” iddiasıyla devreye girdi. Gelinen noktada sürecin ümid edilen çerçevede denetlenemediği bir durum söz konusu.

Evet, “kaygı yoğun yaşıyoruz” diyorum.

Keşke sürecin görünmeyen yüzünde daha umut verici ilişkilerin mevcut olduğuna dair bilgilerimiz olsa.

Amerika ile ilişkiler gerçekten “Üst akıl kaygımız”ı besleyecek nitelikte mi? “Müttefik olma”nın hiçbir anlamı yok mu? Ve bunların Amerika ile en temelden konuşulduğu bir zemin kalmadı mı?  Mesela bizim “Üst  akıl kaygımız”a ilişkin Amerika’dan herhangi bir tepki geliyor mu, ya da biz kaygılarımızı Washington platformuna taşıyor muyuz?

Yoksa “Üst akıl söylemi” sadece söylem planında kalan tepkiselliği mi yansıtıyor?

Öte yandan NATO’nun diğer Avrupalı ülkeleriyle ittifak çerçevesinde hiçbir pozitif tavır üretilemiyor mu?

Suudi Arabistan’la ilişkilerimiz nerede duruyor?

Kuzey Irak Kürt yönetimi Türkiye - Suriye sınırında olanlara, PYD’nin yer tutmasına, orada yapılanmasına nasıl bakıyor? Kürt yönetimi, kendi bünyesindeki “PKK silahlı yapısı”na nasıl bakıyor?  Türkiye’deki çözüm sürecinin bir ayağının Kürt yönetimini ilgilendirdiği açık. Aynı şekilde Suriye’de olan bitenlerin bir ayağının yine Kürt yönetimini ilgilendirdiği açık. Hatta zaman zaman sınır kapatmalar ve geçiş yasakları uygulanıyor. Türkiye ile PYD arasındaki gerilimlerin zaman zaman Kürt yönetimi ve PYD arasında yaşandığı da malum. İlginç olan şu ki Türkiye - PYD ilişkisi gerginleştiğinde “Türkiye ile Kürtlerin ilişkisi” genginleşmiş oluyor, ama Barzani yönetimi ile PYD ilişkisi gerginleştiğinde bunun ne anlam taşıdığı sorgulanmıyor. Bölgede adeta PKK üzerinde bir koruma kalkanı oluşmuş gibi bir görüntü var. Bunda da acaba, Türkiye’nin Kürt yönetimi ile petrol anlaşması yapmasına yönelik bir cezalandırma mı devreye giriyor sorusu akla geliyor. Hem Türkiye’nin hem Kürt yönetiminin terbiye edilmesi gibi bir mesele.

Yine geldik “Üst akıl”a.

Bence “Üst akıl” konusu, şayet gerçekten kuşkularımızın odaklaştığı bir varlık ise, sadece bir “Şeytan taşlama” söylemi olmakla kalamaz. Hem müttefik hem kötülük kaynağı rollleri birlikte sürdürülemez. Çünkü bu ikili rolün bedelini Türkiye, kendisine yönelik güvenlik tehdidi olarak yaşıyor.

Dilerim Türkiye diplomasisi, görünmeyen alanda müttefiklerin gerçekten müttefik, dostların gerçekten dost olmasını sağlayacak bir çabanın içinde olsun. Kaygıdan bıktık, umutlu günleri arıyoruz.