Gösteri devam ediyor

Birinci Fotoğraf: İstanbul İl Başkanı olan zat, Taksim’deki tören için toplanmış komutanlara parmağını sallayarak bağırıyor: “Sizin koruyamadığınız cumhuriyete biz sahip çıkıyoruz...”

Bu eylemi civardan alkış alıyor.

İsmi Oğuz Kaan Salıcı olan ve CHP İl Başkanlığı’yla ödüllendirilmiş zatın eylemi, ilginçtir, parti içinde de sitayişle karşılanıyor.

Kaç müntesip etrafını çevirip “Bravo, işte böyle” diye seslenmiştir!

Kaç Beyaz Türk, “İçimizden geçenleri söyledin, helal olsun valla...” diye yüreklendirmiştir!

Kaç Yılmaz Özdil, “bidon kafa” efradına yönelik bu eylem karşısında gözyaşlarını tutamayarak hüngür hüngür ağlamıştır!

Kaç cumhuriyet kadını bu “kutlu laik” eylemin yaratıcısına bakıp iç geçirmiştir!

Genel başkanları Kemal Kılıçdaroğlu da, “Cumhuriyetin kazanımları tehlikede” buyurmuştu.

Hangi kazanımların, ne tür bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğunu açıklama zahmetine girmemişti ama CHP söz konusu olunca “kazanım” hanesine yazabileceğimiz tek şey, ister istemez, “militarist alışkanlıklar” oluyor.

Bu ülkede darbeler yapıldı...

Partiler kapatıldı.

Başbakanlar, Bakanlar asıldı.

İşkencehaneler kuruldu.

Kemal Bey’i ve “yandaşlarını” hiç bu kadar öfkeli görmedik.

Darbe kışkırtma yahut darbeye stepne yazılma özgürlükleri ellerinden alındığı için mi bu kadar mutsuzlar?

İkinci fotoğrafa geçmeden önce, sözü Hasan Cemal’e bırakmak istiyorum.

Nasıl ki Oğuz Kaan Salıcı kutlu laik eylemiyle cumhuriyetçi yüreklere su serpti ve ergen duygulara tercüman oldu, Hasan abi de “CHP ve militarizm” ilişkilerini kurcaladığı yazısında içimden geçenleri aktarmış...

Okuyalım:

Bu fotoğraf (Oğuz Kaan Salıcı’nın komutanlara parmak sallayan görüntüsü) bana birkaç hafta önce Meclis “darbe komisyonu”nda CHP’li bir milletvekiliyle tartışmamı anımsattı.

Konu darbecilikti.

Benim kendi darbeci geçmişimden yola çıkarak CHP’nin geçmişindeki darbeci gelenekten söz açmıştım.

CHP milletvekili bağırmıştı:

“CHP’ye darbeci diyemezsiniz!”

Ben de cevap vermiştim:

“CHP’nin darbeci genlerinden bahsedersem üzülebilirsiniz.”

Komisyon Başkanı burada tartışmayı kesmemiş olsa, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren CHP’deki İttihatçı damarı anlatacaktım. Ya da “Cumhuriyet’i korumak kollamak” için 1960’ta yapılan 27 Mayıs darbesinde CHP’nin rolünden söz edecektim.

Yine 1971’deki 12 Mart darbesinde CHP’nin neredeyse yarısının askeri yönetimle nasıl iç içe çalıştığını, partinin darbe hükümetine nasıl başbakan ve bakanlar verdiğini anlatacaktım.

Sonra 28 Şubat’a gelecektim.

O zamanki CHP lideri Baykal’ın o meşhur sözünü, “Ordu, sivil toplum kuruluşu gibi çalıştı” cümlesini hatırlatacaktım.

27 Nisan’ı da unutmaya-caktım.

2007’de, Cumhurbaşkanı seçimi öncesinde askerin Meclis iradesinin üzerinde kapkara bir bayrak gibi sallamış olduğu “muhtıra”yı CHP yöneticilerinin, sözcülerinin nasıl sahiplendiğine şöyle bir değinecektim.

Bu arada, hem Baykal hem Kılıçdaroğlu döneminde sergilenen ve bugünlere sarkan Ergenekon ve Balyoz “avukatlığı”nın demokrasiyle bağdaşmayan yanlarına değinecektim.

Olmadı, zaman kalmadı.

Böyle diyor Hasan Cemal...

İkinci fotoğraf: Bu bir fotoğraf değil aslında... Bir yazı...

PKK eylemlerini sitayişle, bazen de gıptayla karşılayan “liberal” başyazar, “anlayan ve kollayan” tutumunu, bu kez, “cumhuriyet yürüyüşçülerine” göstermiş. Bir tür geç “Emin Çölaşan vakası” olarak, toplumu saran “huzursuzluğu” anlatıyor.

Bu “huzursuzluğun” nedeni, elbette, “kof kabadayı, sefil, zavallı” diye aşağıladığı adam...

Önceki gün, “dinci bir cumhuriyetin kurulduğunu” yazmıştı.

Hiç utanmamıştı.

Gösteri devam ediyor.