Türkiye son yýllarda dünya siyasetinde müthiþ bir sýçrama gerçekleþtirdi, söyledikleri dikkate alýnan, çýkarlarý gözetilen bir ülke haline geldi. Ýki gün önce kamuoyuna Stephan Füle’nin katýlýmý ile tanýtýlan “Pozitif Gündem” bile aslýnda dýþ politikada gösterilen performansýn ürünü.
AB’nin belli baþlý ülkeleri Türkiye’yi kaybetmek istemiyorsa, ABD Ýsrail ile yaþanan sorunlara ve Ermenistan ile imzalanan ama hayata geçmeyen protokollere raðmen Ankara ile ortaklýðýndan memnunsa, nedeni diðer alanlarda Türkiye’nin gösterdiði performans.
***
Türkiye, 11 Eylül sonrasý dünyanýn ontolojik sorunu medeniyetler meselesinde yarattýðý emsal, Ýslam ile demokrasinin bir araya gelmeyeceðini savunan Ortadoðu istisnacýlýðýna kendi deneyimiyle verdiði cevap ve son olarak da Arap dünyasýnda yaþanan deðiþim karþýsýnda takýndýðý tutumla ciddiye alýnan bir ülke oldu.
Ýsrail-Suriye, Afganistan-Pakistan, Sýrbistan-Bosna ve daha pek çok yerde gerçekleþtirdiði arabuluculuk çabalarýyla da dünyaya düzen kurucu ve koruyucu bir ülke olduðunu ispatladý. Füze Kalkaný konusunda sorumlu davrandý. Kýbrýs sorununun çözümünü sürekli destekledi.
Arap dünyasý Türkiye’nin Filistin konusunda gösterdiði tutumu sevdi. Davos olayý, Mavi Marmara baskýný Türkiye’nin bu bölgelerdeki imajýný pekiþtirdi. Eðer Baþbakan Erdoðan Ocak 2009’da Davos’tan Peres ile uzlaþarak çýkmýþ olsaydý, Türkiye Arap sokaðýnda bu kadar popüler olmazdý.
Daha önce de pek çok kez yazdýðým gibi bazen 1 Mart Tezkeresi, Davos gibi tarihi tesadüfler, bazen dünyada ve yakýn çevremizde yaþanan geliþmeler, fakat hepsinden önemlisi saðlam bir vizyona oturan siyasi tercihler Türkiye’nin dünya siyaset sahnesinde dikkate alýnan bir oyuncu olmasýna neden oldu.
Ekonomik performansý da hiç þüphe yok ki ciddiye alýnmasýna yardým etti. Türkiye’nin siyasi özgül aðýrlýðýný korumak için ekonomik performansýný sürdürmeye, demokrasisini güçlendirmeye, ifade özgürlüðü baþta olmak üzere kendi içindeki sorunlarýný çözmeye ihtiyacý var.
Ancak bunlar sadece gerekli koþullar. Yeterli koþullar deðil. Türkiye’nin çýkarlarýný korumak, dünya siyaset sahnesinde aðýrlýðýný her zaman hissettirmek için bugün karþý karþýya kaldýðý sorunlardan, dýþ politikasýnýn önüne çýkan engellerden de sonuç çýkartmasý, dersler almasý þart.
Unutmayalým ki dýþarýda uyguladýðýmýz politikalara halkýn destek olmasý o politikanýn baþarýlý olduðu anlamýna gelmiyor. Evet, iç politikada baþarýnýn sýrrý halk desteðidir, onlarýn onayý ve tasvibidir. Ama dýþ politikada baþarýnýn tescili siyasi aðýrlýðýnýzýn artmasý ve kendinize koyduðunuz hedeflere ulaþmanýzla olur.
Aðýrlýðýn korunmasý ise hatalardan ders çýkartmasýyla mümkündür. Türkiye’nin çýkartmasý gereken en önemli ders de Suriye’ye karþý uygulanan ve biraz aceleye getirildiði anlaþýlan politikanýn ne derece baþarýlý olduðuna iliþkindir. Türkiye’nin ne kazanýp ne kaybettiðinin ve kaybedeceðinin muhasebesi yapýlmalýdýr.
Baas rejiminin baskýcý olduðu, halkýna eziyet ettiði, hatta Tunus, Mýsýr, Libya ve Yemen’de yaþananlardan sonra meþruiyetini yitirdiði doðrudur. Türkiye’nin silahsýz muhalefete kucak açmasý, uluslararasý toplumla birlikte hareket etmesi de anlaþýlabilir.
***
Muhalefete destek vermediði halde baþka bir yerde örgütlenecekleri, 1991’de Irak muhalefetinin baþka yerlerde örgütlenmesine benzer sorunlarýn yaþanacaðý da makul sayýlabilecek bir akýl yürütmedir. Ancak sorulmasý gereken asýl soru Türkiye’nin soruna taraf olmasýnýn doðru olup olmadýðýdýr.
Bu sorunun cevabý aranýrken Türkiye’nin ekonomik zararý, Suriye’nin insani kaybý, bölgenin istikrarý, bölgedeki geliþmeleri Türkiye’nin bundan sonra kontrol edip edemeyeceði, sorunun Lübnan’a sýçramasýnýn bedeli, Baas rejimi deðiþirse yerine neyin konacaðýnýn bilinip bilinmediði ve tabii ki dünyanýn muhtemel bir ortak müdahaleye karþý tutumunun ne olacaðý dikkate alýnmalýdýr.