Göz/Gez/Arpacık: Nişan’lıdır Doğu

Hele kıymayın! GÖZ: Doğu Gurubu olarak; Bitlis, Mutki, Tatvan, Vartinis, Norşin, Muş ziyaretlerimizi tamamladık. Hep böyle oluyor. “Burada dinleyip tanıklık ettiklerim, şimdiye kadar gördüklerimin en sarsıcısıydı” derken buluyorum kendimi. Her halükarda: Göz ağlıyor. Doğu Grubuyla çıktığım bu yolculuğun saç ağartıcı, bel bükücü, kalp burkucu olacağını bunca tahmin etmiyordum. Göz ile gönül, göz ile vicdan, göz ile hakkaniyet arasındaki o ciddi bağı, her ziyaretimizde etrafımızı sarıp sarmalayanların bize dikilmiş gözlerinden okumak da mümkün. Sabahın erken saatlerinden gecenin karanlığına kadar, hiç göz kırpmadan anlatıyorlar. O kadar çok şey biriktirmişler ki içlerinde, barışa dair büyük bir umut taşıyor bize dikilen gözler. “Kumun suya, toprağın güneşe susadığı kadar muhtacız barışa” diyor Muş’takiler. Barışın emek ve gayret isteyen, etik olduğu kadar estetik rikkate de ihtiyaç duyan bir uzun yürüyüş olduğunu görüyorum attığım her adımda.

***

GEZ: Hedefe kilitlenmiş gözün elbette bir çeperi, sınırı var. Barış ve çözüm sürecinde bize Doğu Anadolu’ya bakmak, görmek, işitmek, dokunmak, selamlaşmak, iletkenlik vazifesi düştü. Bitlis Valisi’nin kadın gönüllülerle desteklediği projeler, sosyal barışı kurabilmek konusunda dikkate değer çabalar. İnegöl’den Bitlis’e süreci desteklemek için gelmiş ilkokul çocukları, Bitlisli akranlarıyla halay çekiyorlar. Tanışıp kaynaşmaları sadece “5 dakika” sürmüş. Bitlis Eren Üniversitesi’ndeki bir kız öğrenci “Televizyonlarda Doğu’yu hep güvenlik sorunları üzerinden tanıtıyor medya, oysa konukseverliği başta olmak üzere, doğası ve turizm harikası olabilecek güzellikleriyle de tanıtılmasını isteriz” diyor. Mutki’de yakılmış, boşaltılmış köyler, oğullarının kemiklerini arayan anneler arasında yürüyoruz. Norşin’de Arapça, Kürtçe ve Türkçe iç içe. Saidi Nursi’den Molla Nureddin’e kadar kopmadan süren irfan halkası, Nakşibendi bilgeliğin birleştirici nefesi, edep töresiyle halen sinerjik bir bünyesi var Norşin’in. “İslam, barış demektir, Hz. Peygamber (s) barış elçisidir” dedikten sonra, “Çıktığınız sulh yolu büyüktür, Allah hayrınızı kabul ede” diyor pirler. Pirlerden birisinin gözlerindeki derin kederi unutamam. Duvarı boydan boya kaplamış Beytullah tuvalinin önünde otururken, tabi tutuldukları zorunlu göçlerden, evlatlarını bir bir kaybedişinden bahsediyor. Norşin sakinleri fevkalade kibar bir dille konuşuyor,divan edebiyatını andırıyor kurdukları her cümle. Son otuz yıldır güvenlik adına uygulanan akıl dışı işler, şiddet çeperine mahkum etmiş toplumu. Nakşi irfan, tüm yasaklamalar, reddedişler, imha girişimlerine rağmen, halen sulhe dair ince nefesi üflüyor. Nakşilik; Türk, Kürt ve Arap dillerini, “edep yahu” levhasında meczetmiş irfani bir sofra. Ne ki bu sofrayı da hoyratça tepmişiz. Seydaların Türkçe, Kürtçe ve Arapça dualarla taktığı nişanı kırmış atmış dayatılan uluslaştırma projeleri... Kırık yüzüğü tamir edebilecek miyiz? Sabır gerek, hatta aşk...

***

ARPACIK: Vartinis isminde bir köye uğruyoruz. Başbakanımıza hitaben yazılmış bir mektup veriliyor elimize. Babası, annesi, yedi kardeşi yakılarak öldürülen Aysel Öğüt’ün yazdığı bu mektubu ayrıca aktaracağım. İçinden geçtiğimiz facialara tanıklık etmek, bunu siyasi akla aktarmak, çok zorlu, ağır bir yüzleşme oluyor hepimiz için. Vartinisli yaşlı teyzeler, köyleri ateşe verilirken, kıyametin koptuğunu zannetmişler. Rojin ve Şilan iki küçük kız, gelincik toplamışlar, onlara sımsıkı sarılıyorum, yangından sonra yağan yağmurun küçük ellerinden tutar gibi... Yazının başlığınıysa Sezai Karakoç’un beyitlerinden çıkardım:

“Ben çiçek gibi taşımıyorum

göğsümde aşkı

Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum

Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın

Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi

yaşıyorum

Ben aşkı göğsümde kurşun gibi

taşıyorum”