Gözleri kömür karasıymış!

Babasını toprağa gömmüş bir çocuğa ne söyleyebilirmişsiniz ki? Ne sorabilirmişsiniz ki? 

Bu duygu dozu yüksek satırları, Soma’daki “cinayet gibi” kazadan sorumlu olması gereken yayın mecralarından birinin yazarı kaleme aldı.

Okuduk, içimiz parçalandı.

Bu gibi durumlarda söyleyecek söz bulamaz gerçekten de insan... Dolukur. Ağlar filan. 
Nitekim yazarımız da ağlamış. Fotoğrafını çekmişler. Önceki 
gün de canlı yayında ağladığı tespit edilmiş. Yazarımız, bir televizyon kanalında program yapıyor aynı zamanda. 

Buna ilişkin görüntüler de ortaya çıktı ve anında servis edildi internet sitelerine.

Biri de, Paris’te yakalanmış duygu sağanağına.

Kendisi söylüyor...

Paris’te, Hemingway’in resim çektirdiği köşede oturmuş geçmişini düşünürken, birden Soma... Hazır Paris’lere kadar uzanmışken, hem “geçmişe doğru hüzünlü bir yolculuk yapacak, hem de Soma’ya gözyaşı dökecek.

Öyle yapıyor...

Hemingway’ler, Abidin’ler, Nazım’lar, Ömer Uluç’lar, Borges’ler, kırmızı şaraplar geçit resmi yapıyor yazısında. Sonra Soma’yı getiriyor aklına. Birtakım rakamlar veriyor. İşçi ölümlerine ağlar gibi yapıyor. (Kırmızı şarap ve işçi ölümleri... Harikasınız!)

Paris’e gideceksin, geçmişi yadedeceksin, hüzünlü birtakım laflar edeceksin de Erdoğan’ı hatırlamayacaksın... Mümkün mü?

Bir posta da Erdoğan’dan gidiyor... “Diktatör”ün kötücül hallerini sıralıyor.

Bu hallerden biri şu: Erdoğan bir gencin gırtlağına sarılmış, “Niye kaçıyorsun lan?” diye 
bağırıyor. 

Biz burada, “haber ve görüntü bombardımanı” arasından seçemiyoruz ama “hüzünlü” yazarımız Hasan Cemal, Paris’te, o yoksunlukta bile bu (olup olmadığını bilmediğimiz) görüntülerin “tamamını” izliyor, o kargaşada kimin ne konuştuğunu tefrik ediyor ve hükmünü  yapıştırıyor: 

“Erdoğan nereye?”

Biz soralım: “Hasan, asıl sen nereye?” 

Bir de, “gözleri kömür karası” zevzekliği var...

Kaç gündür bu laubali yazıları okuyup duruyoruz gazete köşelerinde. Hem gözleri kömür karasıymış, hem yüz karasıymış... Hayır,“yüz karası değil ekmek parası”ymış... Google yardımıyla bulunmuş kimi Orhan Veli dizeleri... İçinde “kömür” ve “alın teri”geçen özdeyişler. “O kapkara alnından öperim” tarzı sululuklar... Hayatında bir maden ocağına inmemiş, bir işçiyle temas etmemiş, kömür karası bir yüzle karşılaşsa “dilenci” muamelesi yapıp kovacak arkadaşlar bunlar.

Hüzünle yatıp hüzünle kalkıyorlar...

İçlerinden biri de çıkıp, “Siyasilere çakıp duruyoruz. İyi ediyoruz da... Ortada ticari bir kuruluş var. Bu kuruluşun bir patronu var... Bakalım, işçilerin ölmemesi için gerekli önlemleri almış mı bu adam?” 
diye sormuyor.

Doğan Medya Grubu, birkaç ay öncesine kadar, “örnek madenci” diye kafa ütülüyordu.

Bakıyoruz, bir tek satır göremiyoruz...

Babasını toprağa vermiş bir çocuğa ne söyleyeceğini bilemeyen ve dolukmuş bir yüz ifadesiyle ekrandan doğru ünleyen arkadaşımız, konuyla ilgisi bulunmayan
insanlara söyleyecek bir sürü laf buluyor ama sıra “örnek madenci”ye gelince dilini yutuyor...

Hasan Cemal’in zaten bu taraklarda bezi yok...

Hiçbir güç, Koç aleyhinde konuşturamaz onu.

Koç’un referansıyla işe girişmiş insanlar aleyhinde de konuşturamaz...

Doğan Medya Grubu aleyhinde hiç konuşturamaz...

Diyorum ki, hazır Paris’e gitmişsin, Hemingway’in resim çektirdiği köşeye kurulmuşsun, kırmızı şarabını içiyorsun ve“Hemingway’le baş başa” diye “nostaljik” bir yazıya hazırlanıyorsun.

İyi, yaz da...

Neden ismini “Vicdanımla baş başa” koymuyorsun?