Türkiye’nin her gün artan jeopolitik önemi hepimizin malumu. Öte yandan Ortadoğu, Afrika hatta Avrupa’da baş döndürücü bir hızla olup bitenleri de birlikte izliyoruz. Etkin güçler artık eskisi gibi 20-25 yıllık senaryolar yazmıyor. Dijital ve sosyal katalizörlerle projelerini çok hızlı uyguluyorlar. Bunu anlamak için sadece birinci ve ikinci halka komşularımızda son birkaç yılda yaşanan değişiklikleri hatırlamamız yeterlidir.
Peki bu etkin güçler Türkiye’ye hiç mi ilgi duymuyor? Hem de bu kadar çok yerli işbirlikçi hazır beklerken... Sanmıyorum...
O halde nasıl oluyor da bu kadar yerli ve yabancı yıkıcı teşebbüse rağmen hâlâ bir huzur adasında yaşayabiliyoruz? Mesela Türkiye son on yıldır, kendisini yalnızlığa götüren (!) bu yoldan değil de ‘tavsiye edilen’ rotada yürüseydi şu anda çok daha zengin ve demokrat bir ülkede yaşıyor olabilir miydik acaba?
Neler yaşadık neler
Oysa tarih boyunca Türkiye üzerinden hesap yapanlar hiç bu dönemdeki kadar ince hesaplar yapmamış hiç bu kadar haris olmamışlardı. Bugün yıllarca istim üstünde tutulan terör belasına rağmen etrafımızdaki perişan ülkeler gibi olmamış, tam aksine onlara kucak açabiliyorsak siyasi istikrar ve dirayetli yönetim sayesindedir. Bu çerçevede, parlamenter sistemin nimetlerini inkar etmek de nankörlük olur. Ama gelinen noktada sistem yozlaşmış, sürdürülebilirliğini kaybetmiştir. Bu sistemi bitirenler ise bugün “başkanlık sistemini dayatıyor” diye itham edilen Cumhurbaşkanı Erdoğan değil, 2007’de milletin verdiği yetkiyi gasp etmek için meşruiyet dışı yöntemlere başvuranlardır.
Ama artık milletin tercihini beğenmeyerek siyasete tuzak kurmaya çalışanlar kazdıkları kuyuya düşmüş, yetkinin; bütün vesayetleri geçersiz kılan halka teslim edilmesine sebep olmuşlardır. Bu sebeple de velinimetimiz olan parlamenter sistem, uzaktan kumanda meraklıları yüzünden krizin kaynağı durumuna düşmüştür. Artık geri dönüş de mümkün değildir.
O halde bugünkü tartışmaları aşmanın tek yolu halkın iradesine saygı duyarak gereğini yapmaktır. Yani siyasetçiler başta olmak üzere herkes üzerine düşeni yaparak Türkiye’nin, yeni dönemin gerektirdiği dinamizme sahip bir sisteme kavuşmasını sağlamalıdır.
Güçlü Türkiye’ye ancak güçlü araçlarla gidebiliriz.
Davutoğlu’nu ondan fazla düşünenler!..
Başbakan Davutoğlu’na özellikle başbakanlık görevini devraldıktan sonra en seviyesiz hakaretleri yapanlar ne hikmetse birden bire fikir değiştirdi ve Davutoğlu’nun en ateşli hamisi kesildiler. Hatta bazı müzmin muhalifler o kadar abarttı ki aralarından bazıları “Sanki Davutoğlu’nu, Davutoğlu’ndan daha fazla düşünüyoruz gibi geldi” diye arkadaşlarını uyarmak zorunda kaldı.
Sevginin nefrete dönüştüğünü duymuştum ama nefretin sevgiye dönüştüğüne de ilk defa şahit oluyoruz.
Hikmeti ne ola acaba?
Mesele ‘reklam arası’ değilmiş...
AK Parti Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu’nun, “600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi” sözüne bazı kesimlerin gösterdiği aşırı tepkiyi bir ifade özgürlüğü çelişkisi olarak görmüş ve eleştirmiştim. İzleyen günlerde bu tepkilerin tırmandırılarak kurumsal bir linç halini aldığını gördük.
Peygamber efendimize hakaret edenleri savunmak için türlü bahaneler uyduran bu ‘özgürlükçüler’ acaba “Zaman da değişti, biz de değiştik. Artık bizim için öncelikler de değişti” mi demek istiyorlar?