Gücüne sınır tanımayan Putin, ‘Ukrayna-Rusya Savaşı'na İran'ı da mı sürüklüyor?

Ukrayna'yı 'yıldırım savaşı'yla dize getirebileceğini sanan Putin Rusya'sı, o hayalinin olmayacağını ve 'yıpratma savaşı'yla karşılık göreceğini hesab etmemişti. Bir hafta süreceği sanılan savaş, yarın 9'uncu ayına giriyor.

Halbuki başka yerlerdeki savaşları Rusya nasıl, silâh ve teçhizat ile etkilemeye çalışıyor idiyse, başkalarının da Ukrayna'yı destekleyeceğini hesab etmeliydi.

Evet, Amerikan emperyalizmi ve onun kayıtsız-şartız bağlısı olan müttefikleri, Rusya- Ukrayna Savaşı konusuna direkt olarak katılmamakla birlikte, Rusya'yı 'yıpratma savaşı' yöntemiyle çökertmeye çalışacaklardı. Gerçi, Biden'ın yaşlılığının Amerikan karar mekanizmasında zorluklar getirdiği anlaşılıyor ve Rusya Başkanı Putin'in bu durumu bir fırsata dönüştürmek istemiş olabileceği de düşünülebilir elbette.

Esasen, Putin'in Ukrayna'da yaptıkları, sadece 'güç caiz kılar' sözüyle, yani zorbalık mantığıyla izah edilebilir.

Çünkü 30 yıl öncelerde Sovyetler Birliği dağılırken, ortaya çıkan 15 kadar devletin her birisi, diğerinin istiklâlini ve sınırlarının dokunulmazlığını kabul etmişti.

Putin şimdi ise, Ukrayna'nın istiklalini tanımayıp onu kendi vesayeti altına almakla da yetinmeyip, istediği yerleri işgal ediyor ve kendi gücüyle uyduruk bir referandum yaptırıyor. 'Uyduruk' diyoruz, çünkü ve o bölgeler uluslararası hukuk açısından Ukrayna'nın idi ve bir referandum, ancak, Ukrayna yönetimin iç hukukuna göre yapılması halinde geçerli olabilirdi.

Şimdi yapılan ise, Rusya'nın zor kullanarak girip işgal ettiği bölgelerde kendi dayatmasını, referandum adı altında ile sergiliyor ve işgal altındaki bölgelerin halkları da birleşmek yönünde oy kullanıyor ve iltihak kararları alıyor ve Putin de bir lûtufkârlıkta bulunarak, o -sözde- iltihak taleplerini kabul ediyor ve böylece, Dinyeper Nehri'nin doğusunda kalan 4 bölge de, tıpkı, 8 yıl önce Kırım'ın yutuluşunda olduğu, ilhak ediliyor ve 'O topraklar artık Rusya'dır ve oraları korumak için gerekirse nükleer silâhlara da başvuruşuz.' diyor.

Ve bununla yetinilmiyor, Dinyeper'in batısında kalan başkent Kiev ve diğer bölgeler ve o bölgelerin sanayi tesisleri ve barajları da bombardıman ediliyor.

Ve dahası, bu bombardımanları, Rusya, kendi savaş uçaklarıyla ve füzeleriyle yapmıyor, İran'dan satın aldığı ileri sürülen İHA ve SİHA'larla yapıyor.

Yani, Rusya konuya İran'ı da bulaştırmış oluyor ve bu duruma karşı, Amerika ve AB ülkeleri de, Rusya'nın saldırganlığıyla işbirliği yaptığı gerekçesiyle İran'a yeni ambargolar uygulama kararı alıyor. Amerikan kaynakları ayrıca, 'Kırım'a İran askerlerinin getirildiği' iddiasını da ileri sürüyorlar.

Halbuki İran medyasında, 'İyi ki, Ukrayna'da şianın kutsal bildiği bir türbe yok, yoksa, Şam'dan sonra, 'müdafaan-ı harem' adına denilerek, Ukrayna'ya da götürülürdük, Suriye'de olduğu gibi.' diye mizah yazıları yazılıyordu.

Türkiye, bu savaşın iki tarafına da eşit mesafede yaklaşırken, İran'ın açıkça Rusya tarafında yer alması ileride yeni ve ciddî meseleler meydana getirebilir.

İran lideri S. Ali Khameneî ise, Ukrayna'da seçmenlerin yüzde 73'ünün oy'unu alarak başkan seçilmiş olan Volodomir Zelensky'nin 'halkı tarafından sevilmediğini ve desteklenmediği'ni iddia etmişti, bu savaşın ilk aylarında.

İran'daki son gelişme ve karışıklıklara da yarın değinelim, inşaallah

*

Meslekî kuruluşlar, meslekleriyle ilgisiz konulara burunlarını sokmamalı

Türk Tabibler Birliği'nin başkanı olan Şebnem Fincancı isimli bir Dr. Hanım, mâlûm bir terör örgütünün sözcülüğünü yaptığı açıklanan bir TV ekranında, kendisine gösterilen bir filmdeki sahneleri görünce, 'TSK'nın terör odaklarına karşı kimyasal silah kullandığını' iddia etmiş.

Gelen tepkilerin yoğunluğu karşısında şimdi, 'Ben kimyasal gaz olabilir dedim.' gibi laflarla geri adım atmaya, paçasını kurtarmaya çalışıyor. Eğer, dediği gibi, safça, öyle zannettiyse, bu 'Dr. Hanım', günümüzde, nice uyduruk sahnelerin medya kuruluşlarına gerçekmiş gibi ustaca manipülasyonlarla servis edilebildiğinden bu kadar mı habersizmiş.

Bu Dr. Hanım, böyle bir açıklamayı, o sıfatı olmaksızın, kendi adına yapsaydı sonuçlarını tek kişi olarak üstlenirdi. Ama o, Türk Tabibler Birliği isimli bir meslek kuruluşunun başkanı olarak görüş açıklayınca tablo değişiyor ve ister istemez, kamuoyunun dikkatini daha bir çekiyor.

TBB şimdi, bu başkanını istifa ettirmez, ya da kongreye gidip, yeni bir seçim yapmazsa, bu beyanın ağırlığı, mesleklerini icra etmek için o kuruluşa üye olmak zorunda olan yüzbinlerce doktorların da omuzuna çöker.

*

Bu vesileyle, meslek kuruluşlarıyla ilgili bir konuya da değinmek gerekiyor:

Tabibler Birliği, Barolar Birliği, Mimar ve Mühendisler Odası vs. gibi çeşitli meslek kuruluşlarının uzuuun yıllardan beri, belli bir ideolojik kliğin elinde olduğu ve başları sıkışınca kemalizme sığındıkları da biliniyor.

Bu meslek kuruluşlarının üyeleri içinde inanç, ideolojik tercih fikrî veya hissî kanaat sahibi olmak açısından çok farklı noktalarda olmaları tabiîdir. Meslek kuruluşlarının fonksiyonunu ilgilendiren konularda kendi üyelerinin ve mesleklerinin direkt ilgi alanına giren konularda görüş açıklamaları, evet, anlaşılabilir.

Ama bunun dışındaki konularda bu gibi meslek kuruluşlarının yöneticilerinin, kurumlarını ve üyelerini ilzam edici mahiyette görüş açıklamalarının olmaması gerekir. Bunun mantığı yok. O kuruluşlara üye olan kişilerin temsil yetkisi olmaksızın, siyasî veya ideolojik vs. konularda açıklama yapmaları veya siyasî partilere katılıp çalışmaları tabiîdir; ama bu meslek kuruluşlarının hepsini ilzam edecek şekildeymiş gibi bir görüntü vererek açıklamalar yapmak, işte bu, kabul edilebilecek bir durum değildir, mantığı da yoktur.

*