Emperyalist savaşın, bulunduğumuz bölgeden uzaklaştığı şanslı bir döneme giriyoruz,
Kurumsal emperyalizmin gücü ABD ile yükselen emperyalist güç Çin’in Asya-Pasifik stratejik alanında başlattığı mücadelenin sonu Hindistan-Pakistan hattına oradan İran ve Arap yarım adasına kadar uzanır mı, yüksek ihtimal…
Kontrolden çıktığı an 2’nci Dünya Savaşı’nı sıradan bir “kabile savaşı” düzeyinde görmemizi sağlayacak dev bir hesaplaşmanın ön adımlarını izliyoruz.
Çünkü, Rusya, bu mücadelede, Avrasya kavramını ABD-AB hattındaki Atlantik emperyalizmine karşı alternatif gören siyasi akımın aksine, ABD’nin yanında yer alacağını gösteriyor.
Hindistan-Çin sınır çatışmasından hemen sonra Yeni Delhi’ye gelişmiş savaş araçlarını derhal satması, buna karşılık Çin’le yapılan S-400 anlaşmasını askıya alması dikkat çekici…
Çin’in 1960’larda Sovyet-Çin sınır çatışmasına yol açan Rusya’nın nüfusu az, toprakları çok geniş Uzakdoğu bölgesine bugüne kadar yaklaşık 600 bin Çinliyi ticaret anlaşmaları çerçevesinde kaydırması Moskova tarafından “jeostratejik saatli bomba” olarak değerlendiriliyor.
Çin’in son olarak, Çing Hanedanı döneminde Çin toprağı olan ve 1860 Pekin Anlaşması çerçevesinde Rusya’ya bırakılan Vladivostok bölgesine dönük “geri alma manevraları” gerginliği tırmandırmış durumda.
Sonuç itibariyle çok geniş bir coğrafyada 6.5 milyon Rusya vatandaşı, sınır hemen öte yakasında yerleşik 110 milyon Çinliyle yaşıyor.
Şu sözü her zaman önemsemişimdir: Rusya’nın Avrupa’da güçlü, Asya’da güçsüz olması küresel dengeler açısından büyük sorundur.
Komünist Parti yönetimiyle neo-liberal politikaları birleştiren Çin eski lideri Deng Şiaoping’in ana stratejisi “gücünü sakla, zamana oyna” cümlesiyle özetlenebilir. Yerine 2012’de gelen Şi Cinping ise bugünün yayılmacı Çin stratejisini “Çin Rüyası” başlığıyla tanımladı.
Güçlü donanma-meydan okuyan hava kuvvetleri, Asya-Pasifik bölgesinde Batı’nın iki önemli kalesi Yeni Zelanda ve Avustralya’ya bile dikte edici dış politika, Tayvan’ı kuşatma ve daha da ileri bir kavram: BORÇ VERME EMPERYALİZMİ…
Kendi ülkesini küresel şirketlerin kölesi konumunda tutup, elde edilen cari fazlayı Amerikan emperyalizminin devlet bonolarına yatırarak Washington’u teslim almaya çalışan bir stratejiden söz ediyoruz.
Geçen dönemin Başkan adayı Hillary Clinton kendisine yöneltilen bir soru üzerine şöyle diyordu: Bana herkes Çin’e karşı ne yapacağımı soruyor, bir insanın bankeriyle çatışması mümkün mü, bir düşünün…
Amerikan “karar vericileri” bu nedenle, seçim kampanyasını “Yeniden Büyük Amerika” ve “Önce Amerika” sloganlarına dayandıran, Beyaz Saray’a yerleştiği an Çin’e haddini bildireceğini söyleyen Donald Trump’a yol verdiler…
Trump’ın başlattığı ticaret savaşında Çin’in büyümesini yüzde 5’lere kadar düşürmesi, dev donanmayla ana kıta Çin’i adeta kuşatması, Pasifik’teki bölgesel ittifakları güçlendirmesi, “kapıları Müslüman göçmenlere kapattım” bahanesiyle ülkedeki bütün Çinli öğrencileri geri yollaması budur…
Kuşkusuz, ABD, “1 Kuşak-1 Yol Projesi” ile emperyalist yayılma stratejisine yönelen, Laos’tan Pakistan’a, oradan Afrika’ya irili-ufaklı 138 ülkeye “ödeyemeyecekleri kadar çok borç vererek siyasi-ekonomik kolonyalizmi gerçekleştiren” Çin’i yeni dönemin bir numaralı düşmanı olarak kabul ediyor.
Siyaset sözlüğünde anlaşalım: ABD-Çin mücadelesi emperyalist batılı bir güçle komünistler arasındaki yeni bir Soğuk Savaş değil, iki emperyalist güç arasında bilek güreşidir.
NATO liderleri, ittifakın 70’nci yılı nedeniyle Aralık 2019’da bir araya geldikleri Londra’da ortak bildiriyle Rusya’yı “tehdit” olarak tanımlayıp, ilk kez “Çin’in artan etkisinin doğurduğu zorluklara” değindiler. Genel Sekreter Stoltenberg’in şu sözleri önemlidir: "Çin'i Kuzey Kutup bölgesinde, Afrika'da, siber alanda ve Avrupa'da altyapı yatırımı yaparken görüyoruz. Çin'in yükselişini daha iyi anlamalıyız. Bunun güvenliğimiz açısından ne tür sınamalar ve fırsatlar teşkil ettiğini tespit etmemiz gerekiyor."
ABD’nin Avrupa-Akdeniz-Ortadoğu hattından kademeli olarak çekilip, Asya Pasifik’e dönmesi, Rusya ve Türkiye’nin elini rahatlatıcı bir gelişmedir.
Zaten, Türkiye ile Rusya’nın bir anda Suriye-Libya hattında kendilerini gergin bir cephede bulmalarının nedeni de budur.
Moskova ve Ankara, çok köklü devlet anlayışına ve aklına sahip, her ikisi de yeni gelişmenin, kendilerine bölgesel olarak büyük kapı açtığını görüyor.
Macron’un “ABD’siz Avrupa ordusu” tezlerine kadar varan, kriz bölgelerinde “arabulucu” kimliğini güçlendiren ama yakında yeniden yapılandırdığı ordusuyla “barış kurucu” kimlik kazanmaya çalışan Almanya gelişmeleri…
Bu süreçte, ABD’nin Siyonist lobinin sesini keserek, Türkiye ile bu kez eşitlikçi zeminde yakın çalışma yolları arayacağı açıktır, Erdoğan-Trump ikilisi bunun ilk denemesini şu anda Libya’da yapıyorlar.
Küresel gelişmeler Atlantik emperyalizminin yaşamakta olduğu yeni sorunlar ve mücadeleler nedeniyle 2040’a kadar yakamızdan düşebileceğini gösteriyor.
Türkiye’nin ekonomik/teknolojik/askeri gücü bu ortamda “eksen” olarak adlandırılabilecek bir zemin oluşturur mu, bazı soru işaretlerim var.
Ama emin olduğum nokta: Türkiye emperyalist hesaplaşmanın bu yeni çağında yakaladığı zaman dilimini iyi kullanırsa, insanlığın mazlum coğrafyaları için lider ülke olacaktır.
Bence, Çinlilerin unuttuğu bir sözü bizim hatırlamamızda yarar var:
GÜCÜNÜ SAKLA, ZAMANA OYNA!..