Gülseren Onanç vakası

"Eski CHP” insanı şaşırtmazdı. Ne olduğunu, nerden gelip nereye gideceğini, her türlü soruna “küçük olsun benim olsun” mantığıyla ve de elinde sopa ardında silahlı kuvvetlerin desteğiyle yaklaştığını bilirdin. “Toplumculuk” sözcüğünden pek bir korkulduğu için “Orta’nın Solu Yurdun Yolu” gibi ne anlama geldiğini kestirmenin hayli zor olduğu bir deyişle sahneye çıktığında, solculuğu birbirinden kötü çeviri kitaplardan öğrenen ki, bunların başında kusura bakmasın Ertuğrul Kürkçü’nün son derece berbat, Marx’ın “Das Kapital” çevirisi gelir, gençliğin kafasını bir çeldi ki, iki kuşak lodos yemiş balık misali şaşkına döndü; ne yaptığını bilemeden yıllar devrilip gitti.

Rahmetli Bülent Ecevit, CHP’nin asla bir fikir partisi olmadığını, hizipçilerin elinde un-ufak edileceğini anladığından, 12 Mart darbesi sonrasında partisinin başına oturma imkanına sahipken gitti, eşiyle birlikte DSP’yi kurdu. Hizipçi tayfaya gün doğmuştu o saat. İlk iş Ecevit’i karalama kampanyasına soyundular, ardından da rahmetli, haza beyefendi, Erdal İnönü’yü, salt babasının oğlu olduğundan, Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin (SHP) başına getirdiler. Rahmetli Erdal İnönü de kısa sürede anladı neyin ne olduğunu, yani derin CHP’nin halkla arasında tahta bir köprü bile kuramadığını, bir avuç siyaseti meslek edinmişlerin oyuncağına dönüştüğünü kestirdi. Sonra Deniz Baykal’lı yıllar, CHP bayrağının partinin gönderine çekilmesi, baraj geçemeyip meclisin dışında geçen süreç “Hikmet Abi Formülüyle” koltuğa Şubat 1995’te oturup yandım Allah narasıyla aynı yılın Eylül’ünde yapılan büyük kongrede giden Hikmet Çetin, beyefendiliğine söz edilmeyecek Altan Öymen ve yeniden Deniz Baykal derken gelindi şu andaki hal ve gidişi Francois Sagan’ın ünlü kitabı “Hoşgeldin Hüzün” e dönüşen, teşrifleriyse “Kiziroğlu Mustafa Bey”i  hatırlatan Kılıçdaroğlu Kemal Bey’e! Aman efendim bir hışımla geldi ki peh peh peh! Bugünse evrildi “Kükreyen Fare”ye.

Gülseren Onanç Hanımefendi “Yeni CHP’nin sosyal demokrasiye dayanan temel ilke ve değerlerine inanıyorum” dedi ilk geldiğinde. Yeni CHP’nin, azınlık haklarına saygı gösterdiğine inancını dile getirdi. Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı koltuğuna oturdu. Amma, Türkiye’yi otuz şu kadar yıldır rahatsız eden, 400 milyar doların devlet kasasından uçmasına, kırk bin insanımızı yitirmemize neden olan bir sorunu çözüm aşamasına doğru taşımaya çabalarken hükümet, Yeni CHP’nin Eski CHP’den hiç mi hiç farklı olmadığını kavradı. Türkiye’nin attığı her doğru adımın önüne taş koymayı hünerden sananların arasına düştüğünü anladı o saat; son bir çaba, “partiye oy verenlerin yüzde 65’i çözüm sürecini destekliyor” dedi, demesiyle “yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız” marşını benimsemişlerin saldırısına uğradı, tasını tarağını toplayıp “ne haliniz varsa görün”diyerek bastı istifasını.

Efendim, CHP, İstanbul elitlerinin, Moda Kulübü’nün partisidir örneğin. Süre geleni, var olanı yani statükoyu korumak isteyenlerin son sığınağıdır. Yenileşemez eski kalmak zorundadır; yenileşirse, gerçeklerle yüz yüze gelecektir ki, sanal bir dünyada yaşamayı tercih eder, tek parti döneminin, İstiklal Mahkemelerinin özlemi kor kor yanar yüreğinde. Muhalefet yapmayı hala becerememiştir onlarca yıldır iktidar olamamasına rağmen. Gülseren Onanç Vakasında görüldüğünce de doğru söyleyeni dokuz köyden kovar...