Gençtim, 1986 yýlýnýn ocak ayýnda, Kahire, ceketin bile fazla geldiði sýcaklarý yaþýyordu... Beþ Türk cumhurbaþkaný görecek kadar iktidarda kalan Mübarek ile özel bir söyleþi için kentteydim, güvenlik gerekçesiyle tarihi ve zamaný belirtilmeden sanki “beklemeye alýnmýþtým...” Tüm kente hakim tepedeki Mehmet Ali Paþa Camii’nin duvarýna sýrtýmý vermiþ, sanki ayaklarýmýn altýnda uzanan kadim, bin minareli kenti ve uzaklarda, güneþin battýðý ufukta çölden yükselen tozun içinde sanki yükselmiþ gibi duran piramitleri seyrederken okunan o ikindi ezaný...
Bir an, tüm zamanlarýn ötesinde bir zaman diliminde bulmuþtum kendimi...
Geçmiþle bugün... Bugünden yarýna uzanan bilinmeyenlerle yüklü gelecek...
Piramitler... Her zaman homurdanan Kahire’nin uzaktan gelen gürültüsü... Osmanlý camiinin duvarlarý ve yüreðimin en derin köþelerindeki hiç açýlmayacakmýþ gibi duran o týlsýmlý kapýlarý aralayan o ezan sesi...
Afrika’nýn uzak köþelerinden doðup Akdeniz’e uzanan Nil’in insaný çarpan dinginliði... Yaþam, akýp giden bir nehirdir... Ayný suda yýkanamazsýnýz... Ama, adýna “yaþam” dediðiniz o ilahi kader çizgisi, bir gün, sizi, bir baþka mekanda, ayný duygularla yakalayýverir... 2010 yýlýnda Þam’ýn Emevi Camii’ne doðru yürürken, “eski Þam”ýn insaný bir anda sarýp-sarmalayan tarihle yüklü görüntüsü karþýsýnda, Mehmet Ali Paþa Camii’nin gölgesinde yaþadýðým o duygular, beynimin bir yerlerinden çýkýp gelmiþti...
Suriyeli mimar bir dostum, bir Þam akþamýnda yaptýðýmýz sohbette, “Emevi Camii’nin bulunduðu yerde insanlar tam üç bin yýldýr dua ediyorlar... Önce Aramiler’in sonra Roma’nýn pagan tapýnaklarý vardý, sonrasýnda Hýristiyanlar kilise ve Müslümanlar camileriyle geldiler... Bir mekan düþünün, üç bin yýldýr insanlar oraya yalnýz, inandýklarý tanrýya dua etmek için geliyorlar... Ýþte Þam aslýnda budur...” demiþti. Bir Ýstanbullu’nun Kahire veya Þam’ýn kaldýrýmlarýna býraktýðý ayak sesleri anlamlýdýr... Ýnsanlýðýn þekillendiði bir coðrafyayý baðlar bu bölgede yaptýðýnýz yolculuklar...
Bir yere varmak, ayný zamanda, ezelden ebede çýkýlmýþ yolculuk gibidir... Bilinen tarihi on bin yýlý aþan Ýstanbul’dan kalkýp, ayný zaman dilimlerinin esintilerini taþýyan kentlere varmak, inancýn izini sürmektir ayný zamanda...
Kolay buluþursunuz...
Kudüs’te Süleyman Tapýnaðý’nýn bulunduðu o tepede, Mescid-i Aksa ile Saint Sepulcre Bazilikasý’nun buluþmasý gibi...
Müslümanlar Mescid-i Aksa’da namaza durduklarýnda, Aðlama Duvarý’nýn önünde dua eden Yahudiler’in, Hz.Ýsa’nýn çarmýha gerildiði, naaþýnýn yýkandýðý ve göðe yükseldiði o noktada inþa edilmiþ Bazilika’daki Hýristiyanlar’ýn onlarý hissettiklerini düþünürsünüz...
Kutsal coðrafyanýn insanlarý, aslýnda birbirlerini iyi tanýrlar, bilirler ve hissederler...
Kanla yazýlmýþ bir tarihin içinden kulaklara fýsýldanan öyküler, o insanlar için dinlenmesi gereken aksakal sözleridir ayný zamanda...
Ýnandýklarý dinlerin ortak kubbesinde bir tek söz yazar aslýnda: Öldürme!..
Mescid-i Aksa’nýn inanç sahibini içine çeken bahçesinde, bir Kudüs akþamý... Mehtap
kutsalýn üzerine altýn bir tepsi gibi doðduðunda beynimde kendiliðinden þekillenen o
tek cümle: Allah’ým sana þükürler olsun...
O kadar merhametli ki, bir sýnav mekanýný, görmesini bilen gözlerin görebildiði güzelliklerle donatmýþ...
...Ve bizler, o güzelliklerin üzerine örttüðümüz kan örtüleriyle günah iþliyoruz...
Sevgiyle kinin, sevinçle acýnýn, dostlukla düþmanlýðýn, yaþatmakla öldürmenin harmanlandýðý bir bölgede bayram kutluyoruz...
Bu topraklarýn bize ulaþan tüm öyküleri ve inandýðýmýz tüm kitaplar bugün yaptýklarýmýzý yapmamamýz gerektiðini söylüyor...
Ama, sanki cehennemin tüm kapýlarý açýlmýþcasýna yarattýðýmýz ateþten çemberde birbirimizi yakýyoruz... Donmuþ yüreklerimizin damarlarýnda iblisin nefesi...
Bizi affet Allah’ým!..