Millet ve Milliyeti doğru anlayamazsak Türkiye’yi de doğru anlayamayız. Türkiye’yi oluşturan toplumun içinde birçok Orta Asya’dan gelen unsur vardır. Evet, Orta Asya’nın soy, siyaset, yönetim, dil özelliklerini kültüründe barındıran bir Türk vardır. Ancak, gene Osmanlı ve Cumhuriyet’te “yaratılan ırksal anlamda Türk olmayan, ne var ki aynı kültürü ve dili paylaşan, ayrı etnik kökene sahip başka milyonlarca Türk de mevcuttur.” Anadolu’ya 19 ve 20. yüz yılda göç eden, ancak farklı diller konuşan milyonlarca insan, “Türk Milletinin” nasıl çok özel bir durumda geliştiğini açıkça ortaya koyar.
Bu “yeni Türkler” Orta Asya Türkleri değil Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in oluşturduğu Türklerdir. Osmanlı aydınları Cumhuriyet aydınlarına dönüştükten sonra, kendi toplumlarını anlamak zahmetine katlanmadıkları için dahası toplumu kendi gerçeklerine göre incelemediklerinden ve de dinsel altyapıya sırt çevirdiklerinden, Batı’nın hazır millet ve milliyet kavramlarına sıkı sıkıya yapışmışlardır. Avrupa tarihinde milletin etnik kimliği ağır bastığından, Batılı tarihçiler yeni Türkler oluşturma çabalarına dönüp bakmamış, Türklerin etnik kimliğini hep İslamiyet öncesi Orta Asya’nın etnik tarihinde aramışlardır.
Leon Cahun’un 1873’te yayınlanan ve Orta Asyalı Türklerin, tarih boyu, etnik yapıya dayalı birçok devlet kurduklarını, Türkçenin Adriyatik’ten Pasifik’e kadar konuşulduğunu yazması Müslüman Osmanlı aydınlarını, deyim yerindeyse mest etmiştir. Osmanlı’nın dağılma döneminde ya da başka bir deyişle Türklerin aşağılandığı yıllarda, Türk etnik kimliğine yönelik bu övgü dolu yazıların, hele de bir Fransız kaleminden çıkmış olması Batı’cılığı çağı yakalamakla eş tutanları fazlasıyla mutlu etmiştir hiç kuşkusuz. Bu tür Batılı kalemlerden çıkma yazılar aydın tayfasını, kalkınmanın pozitif bilimler yoluyla gerçekleşeceği inancına itmiştir. Hatta bazı aydın geçinenler ırkı tümüyle biyolojik anlamda değerlendirerek, Türk ırkının ıslahı için Macaristan’dan damızlık erkekalmayı bile gündeme getirmişlerdir!
Kavim-etnik temel üzerine kurulu tarih tezi, askeri okullara Hüsnü Paşa’nın yazdığı kitaplarla girer. Bu fikri toplumun en üstten başlayıp en alt katmanlarına değin yayma girişimini başlatanlarsa İttihatçılardır. Avrupa’da yaşayan Genç Türklerin ülke gerçeklerinden ne kadar uzak olduklarını Yahya Kemal anılarında çok güzel anlatır. İttihatçıların iktidara gelmesiyle Türk milleti ve milliyet kimliğinin oluşumunda İslam’ın yeri olup olmadığı tartışılmaya açılır. Kimi yazarlar İslam’ın Türklüğü unutturduğunu öne sürerken kimileri de Türk-İslam, İslam-Türk sentezini masaya koyarak bu iki görüşün birbirinden ayrılamayacağını savur. Ziya Gökalp örneğin, Osmanlı’nın egemenliğinde Türklüğün unutturulduğunu öne sürerken, dinin milliyet kimliğini körelttiği tezine karşı çıkmıştır. Özetle, Türk deyimi İslam’dan önce var olan etnik bir kavmin adıdır, Müslümanlıksa bu kimliğin manevi yönünü dile getirir; kavimsel yönünü yok etmeyi bırakın güçlendirir, ayakta tutar. Türkler İslam’a çok özel bir anlam vermiştir ve bunu günümüzde de sürdürmektedir.