Prens Sabahattin'in talebelerinden Nezahat Nurettin hanýmefendiyi ziyaret ettiðimizde bir gün bize Türkiye'nin yüzölçümünü sormuþ sonra da cevaplarýmýza itiraz etmiþti. "Efendim...' demiþti, "sizlerin yaþlarýnýzdayken bizim hocalarýmýz memleketimizi sorduklarýnda; biz Asya-i Osmani, Avrupa-i Osmani, Afrika-i Osmani olarak cevaplardýk, bu hal sizlerin kulaklarýnýza küpe olsun gençler...' diyerek iç geçirmiþti... Bizim liseli zihnimiz bu kadar büyük ve karmaþýk bir coðrafyayý hazmedemiyordu o yaþlarda, oralar çok uzaktý bize...
Güney Afrika'daki Osmanlýlar deyince akla gelen ilk isim: Ebubekir Efendi'nin de böyle büyük bir coðrafyada geçmiþ hayatý... "Aslen Þehrizorlu olup ilk tahsilini burada atalarýndan Emîr Süleyman'ýn kurduðu medresede yaptý. Babasýnýn vefatý üzerine öðrenimini sürdürmek için Ýstanbul'a gitti ve beþ yýl orada kaldýktan sonra Baðdat'a dönerek tahsilini tamamladý. Ardýndan ailesinin göç ettiði Erzurum'a gidip yerleþti. 1862 yýlýndaki bir kýtlýk sebebiyle sýkýntý içine düþen kabilesine hükümetten yardým istemek üzere ikinci defa gittiði Ýstanbul'da hükümet tarafýndan Ümit Burnu'ndaki Müslümanlara dinî eðitim vermekle görevlendirildi.' Hakkýnda böyle düþülmüþ kayýtlar. Yaprak gibi oradan oraya savrulan bir hayat ama her seferinde tutunduðu yerleri yeþerten, gittiði her yere hayýrlarla gidip, hayýrlarla çýkan bir insan... Hayatý bir usturlap gibi yaþamýþ...
Hollandalý sömürgeciler insan ticareti yapmakla namlý olarak tarihe geçmiþlerdir. Cava adalarýndan getirip, Güney Afrika'ya satýlmak üzere býraktýklarý 3.000.000 civarýndaki Müslüman, ülkenin el deðiþtirip Ýngilizlere geçmesinden sonra, yerlisi olmuþ, derken zaman içinde buradaki Müslüman cemaatin eðitimine ihtiyaç duyulmuþtu. Ýslam toplumlarýndan uzak bir coðrafyada yaþadýklarý için, batýl inançlara dayalý gruplaþmalar olmuþ ve bunlar arasýnda sýk sýk çatýþmalar baþlamýþtý. Bu durum güvenlik bakýmýndan sömürgeci Ýngiliz yönetimini de endiþeye düþürmekteydi. Bu arada Güney Afrika'daki Müslümanlarýn arasýnda hacca gidenler oluyor, kendi inanç ve ibadetlerinin diðer Müslümanlarýnkinden farklý olduðunu gören bu insanlar, ülkelerine geri döndüklerinde yeni tartýþmalar hatta çatýþmalar yaþanýyordu. 1861 yýlýnda iþleri iyice sarpa saran Müslümanlar, bölgenin Ýngiliz valisine baþvurarak, Ýslâm dünyasýnýn hamisi olarak gördükleri Osmanlý Devleti'nden, kendilerine dinlerini dosdoðru olarak öðretecek bir âlimin temin edilmesini istemiþlerdi. Mesele Londra sefiri aracýlýðýyla Ýstanbul'a gelince de, 1862'de Sultan Abdülaziz'in görevlendirmesiyle, Ebubekir Efendi, Güney Afrika'ya Ýslam'ý anlatýp, öðretecek bir âlim olarak gönderildi...
Dünyanýn öteki ucuna Ýslam'ý teblið için gönderilen Ebubekir Efendi, Cape Town'daki en büyük derdin cehalet, batýl inançlar ve eðitimsizlik olduðunu kýsa sürede tespit etmiþti... Küçük ayrýntýlar üzerindeki anlamsýz kapýþmalar Müslüman ahaliyi birbirine düþürüyordu. Sakalýný kesenin dinden çýktýðýný düþünüyorlardý mesela bu insanlar veya býyýksýz olan bir erkeðe selam dahi verilmeyeceðine inanýyorlardý, hangi kuþun yenip hangi kuþun yenmeyeceði hakkýnda, orucu bozan veya bozmayacak þeyler hakkýnda, defin ve nikâh meselelerinde saçma sapan, akýl dýþý cehaletler, bid'atler türemiþti ve bu yüzden birbirleriyle de kamplaþmalara gitmiþlerdi... Ýmam unvaný taþýyan veya tasavvuf görüntüsüyle halkýn dinî duygularýný sömürmekte olanlarýn baþköþede tutulduðunu da görmüþ ve bu konularý tek tek raporlayarak, bu eksikliklerin ancak iyi bir eðitimle sona ereceðini bildirmiþtir.
Cape Town'ýn merkezinde erkek çocuklarý için bir mektep açmýþtýr. Hafýzlýðýný tamamlayanlarý hoca olarak istihdam ederken, yetiþkinler için de akþamlarý ayrý bir program uygulamýþ, Pazar günleri halka açýk derslerde Rûḥu'l-beyân tefsirinden vaazlar vermiþ, kýsa bir süre sonra hanýmlar için de bir okul açmýþtýr. Ümit Burnu'ndaki diðer Müslüman yerleþim merkezlerini de gezen Ebubekir Efendi, halifeye baðlýlýklarýný hala koruduklarýný tespit ettiði bölge halkýyla, daha ileri düzeyde iliþki kurulmasý için Ýstanbul'a defaatle mektuplar göndermiþtir. Bazý mektuplarý Mecmua-i Fünun Dergisinde yayýnlanmýþtý... Halk ona "Turkish Proffesor' diyordu.
Cihan devleti olmak böyle bir þey olsa gerek; Þehrizor'dan Baðdat'a, Ýstanbul'dan Erzurum'a ve Güney Afrika'ya giderken kuþkusuz bu uzun yol, onun için asla "dýþarýsý' olmamýþtý. O ait olduðu Osmanlý ruhunu, tüm idealistliði ile gittiði her yere þerefle taþýmayý bilmiþ bir ilim insanýydý.
Ebubekir Efendi'nin torunlarýndan Hiþam Nimetullah Efendi'ye, Güney Afrika'daki apartheid rejimiyle olan mücadelesi ve eðitim faaliyetleri sebebiyle Fatih Sultan Mehmet Vakýf Üniversitesi tarafýndan doktora derecesi verildi. Rektörümüz Prof. Fatih Andý Beyefendiye de minnet duygularýmýzý ifade etmeliyiz. Yýllar ama yýllar sonra, Cape Town'dan Ýstanbul'a gelen bir mektubun cevaplanmasý gibiydi bu dönüþ.
Afrika'daki Osmanlý ve Türk izlerini, bir dedektif hassasiyetiyle araþtýrýp, gün yüzüne çýkartan Dr. Halim Gençoðlu'na teþekkür etmek de boynumuzun borcudur. Ebubekir Efendi, bizi Afrika'ya baðlayan çekici macerasýyla bir ufuk isim... Halim Beyin idealist çabasý bu adanmýþlýðý yeniden güncelliyor. Ama bu çaba elbette bilinç ve destek bekliyor. Güney Afrika deyince Ýngiliz spor müsabakalarýndan baþka þeyler de gelmeli aklýmýza, öyle deðil mi? Oradaki Osmanlý-Türk müktesebatý, yazýþmalar, vakfiyeler, müesseseler, hâsýlý kelam izler, izler, izler... Medeniyet dediðimiz þey özenle tutulmasý, saklanmasý, sahip çýkýlmasý gereken devasa bir birikim deðil mi zaten?