Gururun incinmesi ve AB

Avrupa Birliği’nin farklı tartışmalarla da olsa gündeme gelmesi faydalı bir durumdur. Başbakan Erdoğan’ın Şangay İşbirliği Örgütü ve Aseyan’ı daha sık gündeme getirmesi, AB’ye bir reaksiyon olmanın ötesinde AB ile ilgili pozisyonumuzu yeni baştan değerlendirmemizi ve daha gerçekçi davranmamızı sağlıyor.

‘Müzakereleri aslanın ağzından değil midesinden çıkarıp aldık’ diyen Başbakan, sürecin önemini ve hükümetin kararlılığını vurgulamakla birlikte gözardı edilemeyecek bir hususa parmak basıyor. O da AB’nin Türkiye’nin saygınlığını hiçe sayan bir aymazlık ve umursamazlık içinde olması, akıl almaz çifte standartlarla Türkiye’nin üyeliğini sürüncemede bırakmasıdır. 

 

Başbakan Erdoğan’ın haklı olarak dediği şudur: “54 yıldır sabrederek bugünlere geldik. Böyle oyalamaya maruz kalan, böyle muamele gören bir ülke var mı? Bu, Türkiye’ye saygısızlıktır. Ben, 76 milyonun çıkarlarını, saygınlığını korumak durumundayım”.

***

Burada iki kritik kelime var, çıkar ve saygınlık...

Türkiye’nin AB’nin alternatifi olarak görülemeyecek diğer ülkelerle veya bölgesel işbirliği kuruluşlarıyla ilişki geliştirmesi ulusal çıkarının bir gereğidir. Türkiye’nin ulusal çıkarına uygun olan tüm seçenekleri değerlendirmesini ‘özgüven patlaması’ şeklinde hafife almak ve duygusal bir tepki gibi yorumlamak yanlış olur. Türkiye son yıllarda potansiyelini fark etmiş ve bunu harekete geçirmiştir. Ayakları üzerinde doğrulan bir ülkenin özgüven kazanmasının rasyonel ve pratik karşılığı vardır. ABD’nin Irak’ta ne işi varsa, kimi Avrupa ülkeleri el altından İran’la nasıl ilişki kuruyorsa, Çin’den Hindistan’a ve Afrika’ya kadar her taşın altından nasıl AB üyesi ülkeler çıkıyorsa, elbette Türkiye’nin de buralarla ilişki geliştirmesinde menfaati vardır.  

 

İkinci önemli kelime ‘saygınlık’tır. AB, Türkiye’nin gururunu inciten bir tutum takınmaktadır. Bunca yıldır müzakerelerin sürmesi, yeni fasıllar açılmaması, açılan fasılların kapanmaması, hala serbest dolaşıma izin verilmemesi üzüntü verici bir durumdur. Bu duruma sadece Başbakan Erdoğan tepki göstermemekte, toplumun büyük bir kesimi bu hissiyatı paylaşmaktadır.

AB, dün zayıf ve güçsüz Türkiye’yi ‘muhtemel üye’ olarak görmekte zorlanıyordu, bugün ise güçlü ve büyüyen bir Türkiye’yi ‘eşit ortak’ olarak kabullenmekte zorlanıyor. Temel politikaları belirleyen Fransa ve Almanya, Türkiye’nin karar mekanizmalarında etkili olmasını içine sindiremiyor.  

 

Bazı Güney Amerika ülkeleriyle vizeleri kaldıran AB’nin, müzakereci ülke konumundaki Türkiye’ye vize uygulaması yakışıksız bir durumdur.

Kıbrıs referandumundan önce verilen sözler tutulmamış, aksine Güney Kıbrıs AB’ye üye yapılmıştır. Bazıları ‘terör sorunu olan Türkiye’yi AB’ye alırlar mı?’ diye soruyorlar. Oysa sınır sorunu olan Güney Kıbrıs inadına üye yapılmıştır. Kıbrıs’ta ortasından yeşil hattın geçtiği iki devlet yapılanması ve büyük bir siyasi sorun vardır. Bunun görmezden gelinmesi açık bir çifte standart örneğidir.

Koskoca Türkiye’yi küçücük Güney Kıbrıs’ın insafına terk etmek, başlı başına bir haksızlık ve saygısızlıktır. Bugün Türkiye’nin yaptığı, ağırlığına ve gücüne uygun bir tavır sergilemektir.

Başbakan Erdoğan, ‘AB’den vazgeçelim’ demiyor, ‘AB’ye girmezsek kıyamet kopmaz’ diyor.

Ezik ve kompleksli bir tutum takınmak tek taraflı bağımlılığı artırmaktan başka anlam taşımaz. Türkiye eşit ve onurlu bir ortak olarak AB’ye katılmak istemektedir.

Unutulmasın, fazla naz, aşık usandırır...