Güvenlik devleti mi, büyük devlet mi?

Bazı konularda yazarken, söylediğiniz herşey üretilmiş ve pazarlanmış algıların duvarına çarpabiliyor. Böylece sürekli olarak karamsarlık içinde çırpınıp duruyorsunuz.

Türkiye’nın siyasi sınırlarında ve bu sınırların ötesinde milyonlarca Kürt yaşıyor. Bunların herbirinin bulundukları ülkenin siyasi sistemiyle, farklı ölçek ve tepkilerde yaşadıkları sorunlar var. Dahası, her bir ülkede giderek yükselen bir ayrılıkçı Kürt siyasetinden de söz etmek mümkün. Bu ayrılıkçı hareketlerin birbirlerinden ciddi olarak etkilendiği ve zaman içinde organik bağlar oluşturduğu da malum. Tablo bu.

Gelelim bu tablonun yakın gelecekte neler ürettiğine ve bundan sonra karşımıza neler çıkarabileceğine. Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtler, gerek uluslararası sistemle kurdukları ilişkiler, gerek merkezi yönetimin politikaları, gerekse bölgesel dengeler üzerinden yaptıkları hamlelerle kendi bulundukları alanda ciddi siyasi kazanımlar elde ettiler. Şu anda hem bunları artırmanın, hem de bölgesel ilişkilerle daha kalıcı hale getirmenin yollarını arıyorlar.

Irak’taki yapıyı, biraz da kaygıların beslediği atmosferle bir ‘devlet’ olarak tanımlayanlar ve buradan hareketle ciddi bir tehdit olduğunu söyleyenler hayli çoğunlukta. Birinci itirazım bu yapının devlet olarak adlandırılmasına. Hangi tanımla ve bu kadar rahatlıkla buradaki yapıya devlet diyebildiğimizi anlamak zor. Eğer kastedilen, özerklik ya da yarı bağımsız bir yapıysa, bunun üzerinden bir tartışma yürütmek mümkün.

İkinci ve asıl itirazım ise, bu durumun bir tehdit oluşturduğu yönündeki tepkilere. Nitekim bu tepki devlet ve toplumun geniş kesimlerinde bir dönem o kadar geniş yankı ve destek buldu ki, Irak’ın kuzeyinden gelen her sesi ‘hain’ suçlamasıyla yaftaladık. Bir dönem, son derece doğru bir politikayla ‘kırmızı pasaport’ verdiğimiz Kürt liderleri de aynı ‘hain’ tanımı içine alarak işleri iyice içinden çıkılmaz hale getirdik.

Şimdi ‘Talabani ve Barzani, Türkiye aleyhinde şunları yaptı ve bunları söyledi, nasıl olur da onlarla ortak politika üretebiliriz’ diyenler olacaktır. Söylenenlerin önemli bir bölümü doğrudur. Bu iki lider de Ankara aleyhine pekçok söz etmiş, hatta bazı aleyhte girişimlerin içinde yer almıştır.

Ancak büyük devlet olma özelliği tam da burada ortaya çıkıyor. Türkiye, eğer bir güvenlik devleti olacak ve tüm gelişmelere bu pencereden bakan bir zihniyetle yola devam edecekse sorun yok. Etrafımız hain kaynıyor, her gün birini suçlayıp kamuoyumuzda kendi kendimizi tatmin edebiliriz!

Yok eğer bir büyük devlet gibi davranıp, olup biteni kendi lehimizde nasıl yöneteceğimizin yollarını arıyorsak, işte o zaman asıl beceri düşman değil, ittifak üretmek olacaktır. Nitekim son altı-yedi yıldır bu konuda önemli adımlar atılıyor, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim de buna karşılık veriyor.

Bu noktada elbette sorunlar yaşanacak, tökezlemeler olacak, zaman zaman farklı ve beklemediğimiz arayışlar ortaya çıkacak. Kimsenin kimseye mutlak anlamda teslim olmasını değil, işbirliğini esas almak gerekiyor. Mevcut tablo neredeyse yüz yıllık bir birikimin ortaya çıkardığı önyargılar ve bunlarla beslenen politikaların ürünü. Birdenbire bunları aşabilmek hiç kolay değil.

Sıra Suriye’yi ve her ne demekse Kuzey Suriye’de kurulduğu söylenen Kürt devletini ele almaya geldi, ama yerim bitti. Yukarıda Irak için söylediklerim ilkesel anlamda Suriye için de geçerli.

Bunu başarmak için tek yol, büyük devlet olarak davranmaktan ve güvenlik merkezli bakış açılarını aşmaktan (yok etmekten değil) geçiyor.

Suriye üzerinden devam ederiz fırsat olursa.