Ýlginç habere Engin Ardýç sâyesinde muttalî oldum. Efendim, hâþâ huzurdan hýyarýn biri, Ýskoçlarýn giydiði ve adý “kilt” olan etekliði “kelt” olarak yazmýþ, hýyarlýk bâbýnda ondan geri kalmadýklarý anlaþýlan düzeltmen ve müteâkýben sayfa sorumlusu sekreter de aynen öyle býrakýnca, üstelik manþete bile bu þekilde girmiþ.
Ben böyle þeylere “telt” olurum!
Ama belki ayný gazetenin “târih sohbetleri” sayfasýnda da “Kiltler 4000 yýl önceyaþamýþ muhârib bir kavimdi...” þeklinde “bilgiler” vardýr.
Ne demiþ þâir?
“Eder ters gûþeden her dem tevâlî,
Cehil bâbýnda âlî Bâbýâlî!”
Neyse, mâdem muhârebeden açýldý, Türkiye’nin Sûriye’ye karþý bir askerî bir müdâhaleye giriþip giriþmeyeceði konusundaki tartýþma üzerine, akýllar daðýtýlýrken kendilerine kýyak geçilerek çifte porsiyon servis yapýldýðý zehâbýna sâhib bir grup yurddaþýmýz derhâl nümâyiþe baþlamýþ ve Bert Brecht’den bir alýntýyla bizleri uyarmýþ:
“Stell’ dir vor, es ist Krieg und keiner geht hin!” (Tasavvur et, meselâ savaþ çýkmýþ ama kimse gitmiyor!)
Ýyi hoþ ama bu sevgili yurddaþlarým o sözün yarýsýný alýp iþlerine gelen noktada kesmiþler, çünki devâmý vardýr:
“Dann kommt der Krieg zu dir!” (O zaman savaþ sana gelir!)
Çenemi tutamadým yine!
Üçkâðýtçýlýða tahammül edemiyorum, zorla deðil ya!
Hikâyeyi bilirsiniz:
Bektâþîye neden hiç namaz kýlmadýðýný sormuþlar. Müftü Efendi’nin kýlmayýn diye kesin tâlîmâtý var, ondan kýlmýyorum cevâbýný vermiþ.
Hayretler içinde araþtýrýnca ortaya çýkmýþ ki Müftü hakýykaten “Namazdan uzakdurunuz!” þeklinde bir laf etmiþ ama gerisini de getirmiþ:
“Þâyet mekrûh iseniz!”
Sûriye meselesine dönecek olursak, bâzý karar merkezlerinin güney komþumuzu bu hâliyle býrakmaya kat’iyyen niyetli olmadýklarý her geçen gün biraz daha belirginleþiyor. Sûriye, týpký Irak gibi, 1918’de Osmanlý mîrâsý talan edilirken Fransýz ve Ýngilizlerce “muvakkaten” çýrpýþtýrýlýp sahneye konulmuþ ucûbelerden sâdece biridir. Gerek Arab Yarýmadasý ve Maðrib’de gerekse Siyah Afrika ve Güney Asya’da daha düzinelercesine benzerine rastlamanýz iþden deðildir.
Þimdi yapýlan, artýk “hizmet süresi”ni doldurduðu deðerlendirmesiyle bir “enkazkaldýrma” ameliyesidir.
Eðer niyet bu bölgeyi gerçekden huzûra kavuþturmak olsaydý daha vakit varken, onyýllar önce, Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye’nin Anadolu’ya baðlý bulunduðu bir yapý oluþturulur; sonra Irak’a Körfez bölgesinin büyücek bir bölümü, Sûriye’ye ise Lübnan ve Filistin, hattâ daha doðrusu Ürdün bölgelerinin eklenmesiyle iki “tabii” devlet meydana getirilirdi.
Ama o zaman bölgede barýþ ve sükûn hüküm süreceði için Londra ve Paris’in buralardan o “mübârek” (!) ellerini çekmeleri gerekirdi ki “matlûba muvâfýk”olmazdý!
Aman, siz siz olun ve þâyet mekrûh iseniz aslâ câmiye adým atmayýn!
Hattâ bence kilise ve havraya da atmayýn!
Çimenlere basmayýn, kýrmýzýda karþýdan karþýya geçmeyin ve yerlere de zinhâr tükürmeyin ve izmarit fýrlatmayýn!
Sonra da “Ulan, bizim iki yakamýz neden bir araya gelmiyor?” diye kaderinize sövün!