Haçlı ittifakını göreve çağıran Türk yazar!

Dün, bir arkadaşım, “Yahu bir Erke Dönergeç vardı, ne oldu ona?” diye sordu. 

Hani, herhangi bir dış katkı gereksinmeden, kendi kendine enerji üreten motor... Con Ahmet’in devridaim makinesinden daha işlevsel, daha az maliyetli ilk ulusal motorumuz.

Ünlü “Cumhuriyet mitingleri” döneminde lansmanı yapılmıştı hani.

Birtakım paşalar, parti kapattırmış cumhuriyet savcıları, sonradan Ergenekon sanığı olacak gazeteciler ve eski MGK üyeleri katılmışlardı toplantıya.

Bir de şirket kurmuşlardı bu iş için.

Bazı “bürokratları” kafalamışlardı.

Bol miktarda da ilan vermişlerdi gazetelere.

Erke Dönergeç’e ne olduğunu bilmiyordum elbette... “Asıl bir Ekmeleddin İhsanoğlu vardı... Ona ne oldu?” dedim.

Hakikaten böyle biri vardı...

Bilim adamı ve eski İİT Genel Sekreteri kimliğiyle tanınsa da, hakkında fazla bir şey bilmediğimiz bir kişilikti. 

Politika yapmayı denedi, beceremedi.

Halka dokunmak istedi, dokunamadı. Hep bir istikrahla baktı.

Uluslararası tanınırlığı olan biriydi oysa... ABD Başkanı tarafından ağırlanan ilk İKÖ sekreteriydi. Batılı başkentlerin onayını almıştı ve isminin karşısında “güvenilir” yazıyordu. İslam dünyası yöneticileri arasında da hatırı sayılır bir yere sahipti. Suudi Arabistan’ın ve RABITA’nın açık desteğini almıştı. Pensilvanya tarafından da çok seviliyordu.

Bana sorarsanız, yazık edildi. Kendisini aday gösterenlerin gadrine uğradı. Çok hırpalandı. Bol dayak yedi. Lüzumsuz sözlere ve aşırı benzetmelere muhatap edildi.

Bizim Yusuf (Ziya Cömert), “dublör” diyordu. Erdoğan’ın karşısına çıkmaya cesaret edemeyenlerin kullandığı dublör.

Kullanıldı.

İşi bitince de atıldı.

Hayır, geriye dönük bir “Ekmel Bey muhasebesi” değil bu yazı. Hakkında her şey söylendi ve tüketildi... Bundan sonra söyleneceklerin bir önemi yok. Bir anlamı da yok.

Ekmeleddin İhsanoğlu’na yararı da yok. Kendisinde değer vehmedenlerin iğvasına kapılarak bir yola girdi ve birtakım “acı derslerle” ayrıldı. Emeklilik hayatında başarılar dinliyoruz. Otursun kerimesi hanımefendiyle birlikte, boğaza nazır evinde çay keyfi yapsın, torun büyütsün, hatıralarını yazsın. Memleket için daha hayırlı bir iş yapmış olur.

Şunu demek istiyorum:

Her alanda olduğu gibi, siyasette de bir “kanon” var.

Siyaseti, mühendislik (ve elbette kurmay) katkısıyla kurgulanabilir, planlanabilir bir “iştigal sahası” olarak görenlerin söz sahibi olduğu bir kanon... Ne yazık ki, giderek rasyonaliteyle bağlarını koparıyor, kendisini hayatın dışına düşürüyor.

Eskiden, seçmenin zihnini çelecek siyaset oyunları kurgulanırdı.

Birilerine parti kurdurulurdu.

İttifaklar yaptırılırdı.

Siyasetçilere akıbet biçilirdi. (Sonları da hep “Menderes gibi” olurdu.)

Daha olmadı, uygun ortam hazırlığına girişilir, darbe siparişleri verilirdi.

Şimdi “uluslararası” çalışıyorlar... “Haçlı ittifakı”nı göreve çağırıyorlar...

Bu ülkeyle tek bağı Paşa dedesinin ismini taşımak olan bir yazar, cümle dünyanın bize karşı olduğunu “üzülerek” duyuran bir yazı kaleme almış. Uyguladığı yasakçı politikalarla (hâlâ utanmadan “içki yasağı” diyor) laik ve beyaz Türk muhitinden dışlanan Erdoğan’ın, dünya merkezleri tarafından izlemeye alındığını ve kendisini müdahaleye açık hale getirdiğini yazıyor...

Bir dolu da mevkute ismi zikretmiş yazısında; Washington Post’undan New York Times’ına, The Guardian’ından Der Spiegel’ine...

Bu mevkutelerde çıkan yazıları örnek gösteriyor ve Türkiye’de siyasetin dünya merkezleri tarafından (ithal mühendisler eliyle) yeniden tanzim edileceğini, “hiç şüpheye kapılmamamızı” söylüyor.

Bir de müjdesi var: “Erdoğan’ın sonunu, batılı müttefikleri getirecek...”

Biraz daha açık sözlü olabilse, “Hadi ne duruyorsunuz? Tiran’ın sonunu getirmek için daha ne bekliyorsunuz?” diyecek.

Kaplı kapılar arkasında bunu söylüyordur, hiç kuşkunuz olmasın.

Kendisini “Wolfowitz’in arkadaşlığıyla” onurlandırmış embedded bir gazeteciden söz ediyoruz.