Hadde ve hudûda dâir

Bu Kemâl Kılıçdaroğlu çok terbiyesiz bir adam. Başbakan hakkında Çarşamba günü kullandığı kelimeleri, ona uygun gördüğü sıfatları okuyunca tüylerim ürperdi... Buraya almayı bile canımın istemediği çirkin, ama çok çirkin küfürler...

Biri de çıkıp kendisine “Ulan Hıyar! Sen önce edebinle konuşmayı öğren de Başbakan’a ondan sonra bulaş!” deseydi acabâ hoşuna gider miydi?

Allahdan şu AK Partililer çok nâzik insanlar ki onun seviyesine inmiyorlar.

Neyse, biz Kılıçdaroğlu ve müştemilâtını seviyeleriyle baş başa bırakarak kendi işimize bakalım:

Meclis’in Hükûmet’e verdiği yeni sınırötesi harekât yetkisi bence bütün diğer gelişmeleri bir anda arka plana iten fevkalâde önemli bir hâdise.

Tabii asıl mesele Hükûmet’in şimdi bu yetkiyi ne yapacağı.

Evvelâ kullanıp kullanmayacağı ve sâniyen şâyet kullanırsa nasıl kullanacağı!

Görebildiğim kadarıyla Ankara bu konuda çok akılcı ve gerçekçi bir politika izliyor.

Bana kalırsa bu yetkiyi rafa koyup saklamak niyetinde değil.

Kullanacak!

Zâten kullanmaya da başladı bile.

Öyle sanıyorum ki Türkiye, gelişmelere büyük hız kazandıran bu Türk topraklarını bombalama eylemi olmasaydı da bir şekilde Sûriye meselesine karışacakdı, çünki karışmak zorundaydı!

Kuzey Sûriye’de olup bitenler sâdece Sûriye’nin iç işi değildir!

Türkiye’nin de iç işidir!

Bunun sebebi ise Birinci Cihan Harbi’nden sonra, 1918 sonrası bütün bölgede sun’î şekilde ve sırf ileride hır çıkması amacıyla çizilmiş Allâhın belâsı sınırlardır!

Böylesine ters ve gayrı-tabii sınırlarla değil çatışma çıkması, şimdiye kadar çıkmamış olması şâyân-ı hayretdir!

Zâten Batılı Gaalib Devletler (İngiltere ve Fransa) 1918’de bu sınırları ileride mütemâdiyen kavga sebebi olsunlar da biz hakem rolünde Bölge’den hiç çekilmeyelim düşüncesiyle böyle ahlâksızca çekmişlerdir!

Eğer, zâten mukadder olan Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi, bizzat Türkler ve kendilerine artık bağımsızlık verilecek olan Arablar arasında serbestçe gerçekleştirilmiş olsaydı Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye Türkiye sınırları içinde kalacakdı. Türklerle Kürdlerin bir arada yaşaması tasarlanıyordu. Kürdler daha sonra Türklerden tamâmen kopmak isterler miydi bilemiyorum. Bana sanki ayrılmak istemezlerdi ve bu yeni “muâkıyb” devleti benimserlerdi gibime geliyor ama bu zâten artık tamâmiyle “akademik” bir soru. Teyzem erkek olsaydı halama âşık olur muydu?

Bağlayacak olursak biz bugün Sûriye’de “yeni ve beklenmedik” bir gelişme yaşamıyoruz.

Tâ 90 sene önce planlanmış bir oyunun son perdesini seyrediyoruz.

Bu arada sâdece seyretmekle kalamıyor, maatteessüf itile kakıla oyuna dâhil de ediliyoruz.

Öte yandan seyirci kalma şansımız da yok!

Dediğim gibi bu bizim bir “iç” işimiz de!

Batılılara kalsa böyle daha bir kırk elli sene devâm ederler ama Türkiye’nin buna tahammülü yokdur!

Ankara’nın ne tasarladığını da bilmiyoruz. Fakat bence Türkiye’nin izleyebileceği en gerçekçi politika, artık dikiş tutması imkânsız hâle gelmiş bulunan “Irak ve Sûriye’nintoprak bütünlüğü” hayâlinden vazgeçerek bu iki ülkenin “nizam ve intizâm içinde” parçalanıp tekrar “dizayn” edilmesini sağlamak olmalıdır.

Irak ve Sûriye zâten başından beri “dizayn” edilmiş iki “antite”dir. Târihden kaynaklanan bir gelişmenin sonucu değildirler. Masa başında yokdan vâredilmişlerdir.

Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye, bizdeki Kürdlerin ve oradaki Türkmenlerin (Türklerin!) âdil şekilde hesâba katılmasıyla bir tür federasyon çatısı altında Türkiye’yle birleşirler; Sûriye, Irak, Ürdün ve Lübnan ise muhtemelen biraz eski Emevî Devleti’ni andırır şekilde yeni bir konfederal devlet yapısı içinde tekrar “sahne” alırlar

Vesselâm!