Hadi ordan!

Rahmetli Erbakan nasıl da güzel vurgulardı, “Hadi ordan! Hadi, hadi...” derken!

Elimizde, şimdi, “Hadi ordan” takazasını hak eden şahane bir örnek var.

İsmi Hasan Cemal...

Son zamanlarda öyle ölçüsüz, öyle saygısız, öyle pespaye bir üslup benimsedi ki, “Hadi ordan” çıkışı, yaptıklarının yanında iltifat cümlesi gibi kalıyor.

Unutmadan: Çok da vicdansız bir adam oldu...

Dün, belki de önceki gün, upuzun bir listeyle çıkmış okurlarının karşısına ve “haklıymış” pozlarında ünlüyor: “Demokrasi tarihinde utançla anılacaksın...”

Meslektaşlarından söz ediyor.

Başbakan gazeteci attırırken susanlar, medya özgürlüğünün canına okunurken tek satır yazmayanlar, kuvvetler ayrılığı ilkesi elden giderken sesini çıkarmayanlar, yani bizler, demokrasi tarihinde utançla anılacakmışız.

Hadi ordan!

Milliyet’le ilişkisi kesildiğinde bu köşede, iki adet yazı yazdım; ister Başbakan’ın talimatıyla, ister patronaj tasarrufuyla gerçekleşmiş olsun, Hasan Cemal’e yapılanların yanlış olduğunu söyledim. Karşılığında da, “Sağ ol Ahmet kardeş!” diye bir mesaj aldım.

Hasan Cemal, kendisini Başbakan’ın attırdığına inanmıyordu.

Bunu birkaç kez dile getirdi, “Hayır, beni Başbakan attırmadı. Bu bir patronaj tasarrufudur” dedi, Derya Sazak’ı filan suçladı...

Sonra niyeyse, fikir ve ahlak değiştirdi.

Demirören’le muhatap olmayı zül saydığı, alelade bir “yönetici” tarafından atılmayı kendi aristokratlığına yakıştıramadığı için, daha prestijli partnerler (düşmanlar) aradı, “Beni Başbakan attırdı” demeye başladı. Öyle ya, koskoca Hasan Cemal’in muhatabı ancak Başbakan olabilirdi. Çünkü kendisi koskoca Cemal Paşa’nın torunuydu. Ancak Başbakan tarafından atılabilirdi... Demirören ve Sazak da kim oluyordu?

Böyle biri daha var:

Mehmet Altan...

Başyazarlığını yaptığı gazeteye karşı birtakım saygısızca fiillerin içinde yer aldığı için, Mustafa Karaalioğlu tarafından kapı dışına konulmuştu. “Başbakan tarafından kovulmuş gazeteci” şerefine nail olamadığı için rahatsızdı. Bu şerefli fırsatı elinden alan dünkü çocuk Karaailoğlu’na da çok öfkeliydi. Karaalioğlu kim oluyordu ki, koskoca Tatar Hasan Paşa’nın torununu kapı dışına koyuyordu?

Hasan Cemal’in kalemi elinden alındığında itiraz etmiştim, evet...

İtirazım bakidir ama şunu söylemeden de geçemeyeceğim.

Kimse Hasan Cemal’in kalemini elinden almadı.

Hasan Cemal sadece Milliyet’te yazamıyor, yani bol sıfırlı maaş alamıyor.

İstese, bütün kapılar açıktır ona... Başta Zaman olmak üzere, bütün paralel ve muhalif yayın organlarında kendisine yer bulabilir. Üstelik, Başbakan’ın baskılarına direnebilecek mecralar bunlar.

Nitekim bir sitede yazıyor...

Hem de çok okunuyor.

Kimse de çıkıp Doğan Akın’a, “Niye Hasan Cemal’e yazdırıyorsun? Başbakan çok kızıyor!” demiyor.

Diyemez...

Deseler, Doğan’ın cevabı eminim ki, “Hadi ordan!” olur...

Hasan Cemal’in “Demokrasi tarihinde utançla anılacak gazeteciler” listesine gelince...

Bu listede yer alıyor muyum, bilmem...

Kendisi, benim utanç listemde ilk sıralarda bulunuyor.

Neredeyse bütün darbeleri desteklemiş, hiçbir muhtıra ve siyasete müdahale girişimini kaçırmamış, sandıktan çıkanları “Menderes’in akıbetiyle” korkutmayı alışkanlık haline getirmiş bir duayen gazeteciden söz ediyoruz.

Bu duayen gazeteci, bir de, bir “ilk”e imza attı.

Köşesini tapelere ve “illegal ses kayıtlarına” açtı.

Bundan daha utanç verici ne olabilir?