Tahliye haberi sessiz sedasız geçiştirildi. Eski YÖK başkanı ve “28 Şubat davası” sanıklarından Prof. Kemal Gürüz’den söz ediyorum.
Darbeye iştirakten yargılanıyordu.
Yargılama “tutuksuz” olarak devam edecek.
Fakat, bu, Kemal Bey için ayrı bir parantez açmamıza engel değil.
28 Şubat’taki rolünden dolayı aklanabilir. “Tahliye”yi bunun işareti sayanlar var. Olabilir. Aklanabilir... Aklansın da... Kemal Gürüz’e hususi bir garezimiz yok. Darbenin “elemanlarından” biri değilse (ki, ben tersini düşünüyorum), niye boşu boşuna içeride yatsın ki?
Darbe davasından aklanması, Kemal Bey hakkındaki hükmümüzü değiştirmiyor elbette.
Hayır, 28 Şubat’la ilişkilendirerek söylemiyorum bunu. Zaten birazdan sıralayacağım fiiller bir darbe yargılamasının konusu değil.
En fazla bir “idari yargılamanın” konusu olabilir.
Ya da “ahlaki yargılamanın” konusu...
Bunu da tecziye edecek bir mahkeme icat edilmedi henüz.
Ben “fiilleri” sıralayayım, siz yargılamayı vicdanlarınızda yapın. Kemal Bey de kendisini derin bir muhasebeye çeksin; “Bu ben miydim?” diye sorsun. Kendi kendini aklamaya çalışsın.
Hasan Celal Güzel, bir vakitler Gürüz’e şu soruyu soruyor (Gürüz o sırada bir üniversitede rektörlük yapıyor ve başörtülü öğrencilere göz açtırmıyor):
“Öğrencilerinize eşit muamele yapmadığınızı istihbar ediyorum Kemal Bey. Özellikle başörtülü öğrencilere...”
Ne desin Gürüz?
Ezilip büzülüyor, utanıyor filan.
Verdiği cevap içler acısı:
“Bu bilgiler doğru değil efendim, başörtülü öğrencilerimize daha çok değer veriyoruz...”
Bu bilgiler çarşaf çarşaf gazetelerde yayınlanıyordu oysa. Gürüz’ün görev yaptığı üniversiteden her gün skandal haberler geliyordu.
Farklı düşünen öğrencilerine göz açtırmamakla ünlenen Gürüz, bir süre sonra terfi etti.
Kim sayesinde?
Süleyman Demirel sayesinde elbette...
12 Eylül’ün toplumu denetleme, nizam altına alma, “tektipleştirme” projesinin ürünü olarak doğmuş ve “eşit muamele”yle ilişkisini koparmış YÖK’ün başına getirildi.
Gürüz, YÖK’ün başında bulunduğu dönem içinde sürekli rektörler toplantısı yaptı.
Bunlar, daha ziyade, “hükümeti fırçalama toplantıları”ydı.
Bir toplantıda, mesela, şöyle bir açıklama yapmıştı: “Barikatları terk etmeyeceğiz, sonuna kadar savaşacağız...”
Gürüz, dönemin hükümetine (yani Başbakan Erbakan’a) kızıyordu.
Erbakan çünkü, YÖK’ün atadığı kıyıcı rektörleri eleştiren bir konuşma yapmış, üniversitelerde “demokrasi” istemişti.
Gürüz’e göre, üniversiteler “barikat”, parlamento ve seçilmiş hükümet de savaşla (yani karşı taarruzla) “püskürtülecek düşman”dı.
Bu sözleri sıradan bir vatandaş söyleseydi başına türlü gaileler gelirdi ama Gürüz’e bir şey olmadı.
Gürüz, dokunulmazlığının verdiği cesaretle, eylemlerini ağırlaştırarak sürdürdü.
En hafiflerini sayayım:
Basına demeç veren öğretim üyelerinin cezalandırdı.
İdare Mahkemesi’nin YÖK aleyhinde verdiği hiçbir kararı uygulamadı
Söz hakkı isteyen öğrencileri “soruşturma tehdidiyle” susturdu.
“Akademik özerklik” diyen öğretim üyelerini istifaya zorladı. İstifada direnenlerin üniversiteyle ilişkisini kesti.
Başörtüsü meselesini kökünden halletti. Yani, başörtülü öğrencileri üniversitelere sokmadı.
Bazı konularda “araştırma yasağı” getirdi.
Neler neler...
Bunları yaptığı için kendisine bir şey olmadı.
Basit idari bir soruşturmaya bile uğramadı.
28 Şubat iddianamesinde küçük de olsa bir yer bulabildi ama, onu koruyan ve gözetenler, her kimse onlar, bu yeri beğenmedi.
Gürüz’ün tahliyesi işaret fişeğidir.
Buradan bakarak, 28 Şubat soruşturmasının genişlemeyeceğini söktürebilirsiniz.
Genişlemeyecektir.
Darbenin tedbirine memur yazılmış “haysiyetsiz kalemler” derin bir nefes alabilir.