Hafiyeler, casuslar ve hainler

Son zamanlarda bu kelimeler ortalarda uçuþmaya baþladý. Siyasi duruþunuza ve tercihlerinize baðlý olarak bu kelimelerin her birine farklý anlamlar yükleyebilir ve baþkalarýnýn yüklediði anlamlar size çok manasýz gelebilir.

Hafiye, ajan, casus ve hain kelimeleri, sosyal ve siyasal meselelerle bir þekilde uðraþmýþ olanlarýn hafýzasýnda önemli ve unutulmayacak hatýralarý süsleyen hatta belirleyen kelimeler demektir.

***

Ortaokul’u Batman’da okudum. Sýnýfta Kürtçe konuþmak bir sorundu. Türkçe öðretmenimiz sorunu halletmek için basit bir yol bulmuþtu. Her sýnýfta bir ajan vardý. Ajan olmaya talep çoktu doðrusu. Ve her sýnýfýn ajaný, bu talepte bulunan ve ajan olmak isteyenlerin arasýndan özenle ve Türkçe öðretmenimiz tarafýndan seçilirdi. Sýnýfýmýzýn ajanýyla hoþ geçinmeye çalýþýr, ona kardeþimiz gözüyle bakmaya çalýþýrdýk. Kürtçe konuþanlarý bir liste yapýp, gerektiðinde sýnýfta yüksek sesle okuyan ve bir nevi teþhir ve ihbar görevi yapan ajan, sýnýfýn en itibarlý öðrencisiydi. Hem bizim gözümüzde hem idarenin gözünde.

Yýllar sonra ayný ve benzer bir mekanizmayý Diyarbakýr cezaevinde gördüm. Her koðuþun bir ajaný, bir casusu vardý. Ve bu görev öyle gizli filan da ifa edilmezdi. O ajanlardan doðrusu çok çekerdik. Kurallara uymamak zaten mümkün deðil, herkes gönüllü olarak uyuyor. Ama idare yine de ajanlýk müessesini gerekli görüyordu. Gardiyan koðuþa girdiðinde ilk öðrenmek istediði þey koðuþun ajanýnýn kim olduðuydu.

- Bu koðuþun muhbiri kim lan dendiðinde, muhbir büyük bir gururla ortaya çýkar, tekmil verdikten, ismini cismini peþ peþe saydýktan sonra

- Bu görevi ben yerine getiriyorum komutaným derdi.

***

Arif Doðan JÝTEM’e çalýþan on bin kiþinin olduðunu söyleyince bunun bir palavra olduðunu düþünenler oldu muhakkak, ama bana kalýrsa bu bir gerçekti.

Dünya’da devletin bekasý ve tekçi bir kimlik yaratmak için, devleti zor durumlarda kaldýðý zamanlardan çýkarabilmek için, ajanlýk, muhbirlik müessesine geniþ bir meþruiyet alaný saðlandýðý, ajanlýðýn hafiyeliðin, adeta makbul bir vatandaþlýk görevi olarak görüldüðü bir baþka ülke yoktur belki de.

Bu meþruiyeti kendi saflarýna taþýyan dini olsun solcu olsun bir sürü örgüt türedi. Devlete benzemek yolunda, bu örgütler, ajanlýk, muhbirlik müessesine özel bir önem verdiler. Ýç infaz vakalarýnda bu müessesede görev almýþ olanlarýn, merkeze verdikleri bilgilerle hareket edildi. Öyle yýllardan geçtik ki, neredeyse Kürtler’in yarýsý kahraman, ama yarýsý da hain ve ajandý.

Bu siyasi kültür, devlete zarar vermezken sorun yoktu. Ama meðerse derinlerde bir þeyler faal haldeymiþ. Faal haldeymiþ ki ‘müessese’ maalesef þimdi de geldi devletin bizatihi hükümranlýk haklarýný tehdit eden boyutlara taþýndý.

***

Dün Oslo’yu sýzdýranlarla, bugün Dýþiþleri Bakanlýðýndaki toplantýyý sýzdýranlarýn bu ‘meþruiyet’ alanlarýnda yetiþtiðini görmezlikten gelmek gerçekten çok zor.

Devlet ve millet, istenmeyen bir iktidarýn ve liderin elinden kurtulacaksa, gerisi teferuattýr!

Bu zihniyet bizim siyasi kültürümüzün en belirleyici yanýdýr.

Oslo görüþmelerinin sýzdýrýlmasýndan bu yana, rastladýðýmýz birçok hadiseyi, gizli  bilgi ve kaset paylaþýmýnda gördüðümüz haliyle, koskoca bir devletin, üstelik üçüncü dünya ülkesi de olmayan, tam tersine AB’yle müzakere eden, bir devletin, siyasi magazin konusu haline gelmiþ, getirilmiþ, istihbaratýnýn bu þekilde hallaç pamuðu gibi atýlmasýnda hiçbir beis görülmemektedir.

Deðiþmesi gerektiðini düþündükleri bir iktidar ve o iktidarýn liderinin çekip gitmesi, onlar için demokrasinin ve özgürlüklerin temel kýstasý olmuþ durumda.

Eðer o iktidar ve o lider devrilecekse, BM’nin ‘olaya’ el koymasýný meþru görebilir, Genelkurmay’ýn NATO’ya, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, AB Komiserlerine devredilmesini, MÝT’in de CIA’den oluþacak bir komisyona baðlanmasýný, böylece, ‘diktatörlükten demokrasiye uzanacak bir geçiþ dönemini’ dünyanýn garantiye almasýný bir gün gelir savunurlarsa kimse þaþýrmasýn.

***

Çekip gitmesini istedikleri bir iktidarýn Türkiye’de sandýk yoluyla gitmeyeceði anlaþýldýkça, akýllarýna demokrasi dýþý yöntemleri denemekten baþka bir çare gelmiyor ve bu çareleri önerenler de her nasýlsa sosyalist düþüncelerden gelen insanlar arasýndan çýkýyor.

Ama sonuç olarak bu çarelerin denenebileceði koþullar kalmadý.

Kürtler artýk savaþmak istemiyorlar. Alevi toplumunun istismarý üzerinden kazanýlabilecek mevzi, tatminkar olmaktan uzak. Belli ki, Alevileri bir süre daha ön saflarda Gezi’ye þuraya buraya çýkarmak mümkün olabilir, ama yüzünü daðlara dönebilecek bir Alevi hareketi de yok ortada.

Uluslararasý müdahale galiba yegan çare olarak beliriyor. Bu iktidarýn ulusal imkanlarla ve meþru yollarla devrilmesinin, pek de mümkün olmadýðý görüldükçe, yýllardýr Suriye’deki, Mýsýr’daki felaketlere ve katliamlara ses çýkarmayýp, Türkiye için, habire endiþe bildiren aralarýnda Nobel ödüllü yazarlarýn olduðu açýklamalar, bildiriler, istihbarat ve casusuluk faaliyetlerinin artmasý oranýnda, hiç kuþkunuz olmasýn daha da artacaktýr.

Bu artýþýn dünyayý sarsmasý ve Türkiye’nin kriminal, kendini yönetemeyen, bütün kurumlarýyla darmadaðýn edilmiþ, yardýma muhtaç, hatta uluslararasý kurumlarýn müdahale etmesi gereken ve bu müdahele olmazsa, dünyanýn baþýna bela olacak bir ülke olarak sunulmasýnda, sonuca ulaþabilmek için, içimizdeki casuslar daha da aktifleþecekler.

Kendi hükümranlýk haklarýnýn farkýnda olan bir ülkede bu saldýrýlara  karþý ortak bir tutum ve tavýr geliþtirilmesi kaçýnýlmaz olurdu. 

Ama maalesef böyle olmadý. Olayýn duyulmasýndan sonra konu hýzlý bir biçimde, bir iç siyaset malzemesine dönüþtü, ana muhalefetin lideri, insana ‘casusun ve hainin hiç mi suçu yok’ dedirten açýklamalar yaptý.

Oysa, devletin gizlilik temelinde yaptýðý toplantýlarýn ortam dinlemesi yoluyla bu kadar pervasýzca saldýrýya uðramasý, kimsenin güvende olmadýðýný gösteriyor.

***

Bir ülkenin içine bu kadar sýzýlmýþsa, o ülkede ne baðýmsýzlýktan söz edilebilir ne milli egemenlikten.

Ulusalcýlýk ve milliyetçiliðin bayraktarlýðýný kimselere býrakmayanlarýn, suskun kalmalarýný anlamak gerçekten çok zor.

Türkiye bu haliyle, milli meselesi olarak gördüðü hiçbir sorunda gizli kalabilecek bir karar alamayan bir ülke haline gelmiþ demektir.

Bu korkunç gerçek aslýnda Kürt meselesiyle ilgili yaþadýðýmýz süreçlerde görülmüþtü.

Oslo görüþmelerinin kimin tarafýndan sýzdýrýldýðý-karþýlýklý suçlamalara raðmen-bugün dahi hala anlaþýlabilmiþ ve bu konuda yasal bir soruþturma baþlayabilmiþ deðildir.

Son çözüm sürecinde de ayný þekilde bir takým görüþme notlarý BDP’den alýndýðý söylenerek medyaya servis edilmiþ ve bu dahi bir gazetecilik baþarýsý olarak görülmüþtür.

***

Hükümetin iþi çok zor. Milli istihbarat alanýnda bir enkazý, devraldýðýný ya fark edemedi, ya da fark etti ama bu yapýlarý dönüþtürmede epey geç kaldý ve bu arada atý alan Üsküdar’ý geçti.

‘Suriye dinlemesi’ Türkiye’nin egemenliðine, hükümranlýk haklarýna vurulmuþ bir darbedir.

Ama baðýmsýzlýk ve demokrasi mücadelelerinin tarihi ve tecrübeleri açýkça gösteriyor ki, hiçbir þey bir ülkenin kendi baðýmsýzlýðýndan daha güçlü deðildir.

Bu darbenin Türkiye’yi daha milli ve baðýmsýzlýkçý bir yere taþýyacaðýndan hiç kuþku yok.

Bundan böyle ‘bizi çökertmek isteyen iç ve dýþ güçlerle mücadele’ konsepti, haklý olarak, hükümetin elinde güçlü bir mücadele aracý olacak ve yeni bir Türkiye milliyetçiliði, veya yurtseverliði demokrasi talepleriyle beraber ortak bir ideale dönüþecektir.

Hainlik, casusluk ve hafiyelik kavramlarýnýn içinde bolca geçtiði tarihi ve hem  devletin hem çeþitli örgütlerin yarattýðý ‘müesseseleri’ tartýþmaya açmak ve yüzleþmek zorundayýz.