Hâfýzasýný kaybeden toplum

Ýnsanlarda olduðu gibi toplumlarda da bâzen hâfýza kaybý husûle gelebiliyor. Tabii hâfýza kaybýnýn muhtelif dereceleri var. Bir tanýdýðýnýzýn adýný unutmakdan kendi adýnýzý unutmaya kadar deðiþik seviyelerde olabiliyor hâfýza kaybý. Kendi adýný unutmaksa ayný zamanda kimliðini kaybetmek anlamýna gelebiliyor. Bu hâlin tabâbetdeki adý amnezi. Eskiler adem-i hâfýza yâhut ziyâ-ý hâfýza derlerdi. Öztürkçesi de bellek yitimi imiþ. Müþerref olduk!

Türk Toplumu’nun da uzunca süredir böyle bir illete dûçâr olduðunu belirtmekle herhalde kimseye yeni bir þey söylemiþ olmuyorum.

Evet, bizler hâfýzasýný yitirmiþ bir toplumun nisbeten bahtsýz çocuklarýyýz.

Hikâye uzundur, Tanzîmat yýllarýna, hattâ belki daha bile eskilere gider ama en kýsa anlatýmýyla bizler kendi kimliðimizden gönül rýzâsýyla ferâgat ederken anlaþýlan kendimize uygun gelecek yeni bir kimlik bulmayý becerememiþiz. Ýsterseniz henüz becerememiþiz diyelim. O telâþ ve daha doðrusu paniklemeyle de yeni kimliðimizi tâ iki bin yýl öncesinde ve Ortaasyalarda aramak mâcerâsýna atýlmýþýz. Böylece, geçen yüzyýlýn baþlarýndan îtibâren ortaya üçlü bir yapýnýn çýkdýðýný görüyoruz:

O âna kadar teþekkül etmiþ bulunaný ýsrarla sürdürmek isteyenler, eskiye tamâmen yüz çevirerek Önasya’da yepyeni bir Batý Avrupa yaratmak isteyenler ve bizleri Ötüken Ormanlarýnda kopuz dinleyip kýmýz içmeye dâvet edenler...

Bu durumda sokakdaki alelâde Türkün biraz zihin karýþýklýðýna uðramasý þaþýrtýcý olmasa gerek.

Ben þahsen 20. Yüzyýl’daki bitmez tükenmez yön tartýþmalarýmýzýn bizleri adamakýllý geciktirdiði kanaatindeyim.

Peki, þimdi vaziyet nedir?

Görebildiðim kadarýyla bu tartýþmalar artýk geride kaldý. “Türkiye Gemisi”nde dümene kimin geçeceði sorusu, gerçi isteklilerden hiç birinin kesin gâlibiyeti ile sonuçlanmadý ama herkesin bir dereceye kadar içine sindirebileceði þekilde cevab buldu. Bu çözümün kabûl edilmesi, hiçbir tarafý dýþlamamasý ve herkese reel bir fýrsat tanýmasýyla açýklanabilir. Demokrasinin fazîleti de esas olarak budur.

Eðer bu ülkede teorik olarak mümkin 48 milyon oydan sâdece 15.000 kadarýný alabilen Komünistler dahî mevcud sistem içinde kendilerine hayat hakký tanýndýðýný görebiliyorlarsa bu fevkalâde büyük bir nîmetdir. Sýradan yurddaþlar olarak bizler bu noktayý ara sýra hatýrlarsak bence çok iyi ederiz.

Tabii ki yeryüzü cennetinde deðiliz ve daha katedecek çok mesâfemiz var.

Ama yeryüzü cehenneminde olmadýðýmýzý da arada bir dikkat nazarýna alsak iyi ederiz gibime geliyor.

Durup dururken bunlarý neden anlatýyorum, nereden îcâb etdi?

Pek durup dururken deðil.

Ýnsanlar iyiye ve rahata pek kolay alýþýrlar.

Oysa bir insan ömrü kadar bir zamanda, 65/70 senede nerelerden nerelere geldiðimizi þöyle bir düþünecek olursak ne demek istediðim daha sarih bir þekilde anlaþýlýr.

Bizler, zülf-i yâre dokunur korkusuyla “saðýr” kelimesini bile lügatlerimizden sildiðimiz bir düzenden, Cumhurbaþkanýmýzýn Nijeryalý bir balýkçýyla kýyýda yalýnayak tatlý tatlý sohbet etdiði ve bundan kývanç duyduðumuz bir düzene ulaþmýþ insanlarýz. Bundan kývanç duyuyoruz, çünki devlet baþkanýmýzýn herkesle, ama herkesle ne kadar güzel iletiþim kurabildiðini görmek hoþumuza gidiyor.

Hoþumuza gidiyor, çünki bizler, ayýbdýr söylemesi, Baþbakanýn kafasýna anayasa fýrlatan “zarif” cumhurbaþkanlarý da gördük, daha dün gibi...

Bu konularý dile getirme sebebim son zamanlarda bu eriþdiðimiz seviyeye burun kývýranlarýn, bu mesâfeyi küçümseyenlerin sanki artar gibi olmasý.

Nâçizâne bir hatýrlatayým dedim.