Hafızasızlığımıza güvenme başkan, mahcup olursun!

YÖK, bir 12 Eylül kurumudur. “Özerk üniversite istiyoruz” diye sıkılı yumruklarla dolaşan üniversite öğrencilerine verilmiş kaba-saba ve vahşi bir cevaptır aynı zamanda.

Hatırlıyorum: 1915 kıtalı hakkında araştırma yapmak isteyen iki üniversite görevlisinin işine son vermişlerdi. Hayır, 12 Eylül’ün sıkı düzeninden söz etmiyorum. Yakın zamanda oldu bu olay. Kendisini laik, çağdaş, ilerici, Atatürkçü ve devrimci sayan bir YÖK Başkanı’nın görev yaptığı dönemde...

Hatırlamak istemediğimiz olaylar da oldu elbette:

Kendisini laik, çağdaş, ilerici, Atatürkçü, devrimci sayan mahut YÖK Başkanı’nın (ve elbette benzerlerinin) görev yaptığı dönemde, farklı düşünen öğrencilere iyi gözle bakılmazdı. Başörtülüler mesela, okula alınmazdı. Fişlenen öğrencileri hatırlıyoruz. MİT’ten ve Genelkurmay’dan gelen bilgi notuna göre öğretim üyelerinin tefrik edildiklerini, “sakıncalıdır” ibaresiyle birçoğunun görevine son verildiğini hatırlıyoruz.

Rektörler, aynı zanda, asayişi sağlamakla görevli “birim yöneticileri”ydi...

Nitekim bir rektör (İstanbul Üniversitesi Rektörü), AK Partili Milli Eğitim Bakanı’nı yuhalattığı bir televizyon programında şöyle bir açıklamada (daha doğrusu itirafta) bulunmuştu: “Ne eğitimi? Üniversitelerin görevi asayişi sağlamaktır.”

Bu görevi de “bihakkın” yerine getirdiler:

Farklılıkları ayıklamak, resmi kabullerin dışına çıkmış öğrencileri Çevik Bir sopasıyla tedip etmek, gerekiyorsa okulla ilişkisini kesmek...

Farklılıklar, çünkü, bir “asayiş sorunu” olarak görülüyordu. YÖK Yasası bunu vazediyordu; “Elinizi bol tutun”, diyordu, “Korkmayın... Arkanızda koskoca devlet ideolojisi var. Yürüyün...” Yasayı bu şekilde tercüme etmek, ilerici, aydınlanmacı, laik ve çağdaş rektörlerimiz tarafından bir ahlak sorunu olarak görülmüyordu.

İş, zamanla çığırından çıktı... Milli bayramlarda öğrencilere zorla bayrak taşıtmak, geceleri okulda “fener alayları” düzenlemek, Kenan Doğulu’nun seslendirdiği “10. Yıl Marşı” eşliğinde öğrenci pataklamak, korsan mitinglere koşup “Ordu Göreve” pankartları açmak da “asayiş faaliyetinin” bir parçası haline geldi.

Bütün bu işleri, kendisini laik, çağdaş, ilerici, Atatürkçü, devrimci, aydınlanmacı sayan rektör ve öğretim üyeleri yaptı.

Soru şu:

Bir 12 Eylül kurumu olan ve kötü niyetli inanlara “ellerini bol tutmalarını” salık veren YÖK Yasası niçin hâlâ yürürlükte? Eski hastalıklardan arındırılmış olması, bu kurumu aynen muhafaza etmeyi gerektiriyor mu? Gerektirmeli mi?

Utanmaz bir insansanız ve “hafızasızlığımıza” güveniyorsanız, bu haklı soruya, siz de şöyle bir soruyla eşlik edersiniz: “İktidar partisi anayasayı değiştirmeye can atıyor ama YÖK Yassı’ndan hiç söz etmiyor. Neden?”

Nitekim, benzer bir soruyu, CHP Genel Bakanı Kemal Kılıçdaroğlu sordu ve aynen şunları söyledi: “Sen bırak yeni anayasa yapmayı da, önce YÖK Yasası’nı değiştir.”

Bu soruya, ben de şöyle bir soruyla katkıda bulunmak istiyorum: “AK Parti hükümeti YÖK Yasası’nın değiştirilmesi (hatta ortadan kaldırılması) konusunda teklif verdiğinde ve teklifini Milli Eğitim Bakanı eliyle görücüye çıkardığında ilk itiraz kimden gelmişti?”

Kimden olacak? Elbette CHP’den.

Bu hükümet kendini ne sanıyordu ki, böyle tehlikeli ve Türkiye’yi bölecek işlere yelteniyordu? YÖK Yasası değiştirilemez... Değiştirilmesi teklif dahi edilemez... Yeni bir anayasa da yapılamaz... Hem, yeni anayasa da nerden çıkmıştı? Darbe mi olmuştu ki, yeni bir anayasa yapıyorduk!

Bu itirazlar, zamanla rezalete dönüştü... CHP’sinden İP’ine, Atatürkçü Düşünce Derneği’nden DİSK’ine, Baro’sundan sendikasına, cemiyetinden odasına bütün çağdaş kurumlar ve İlhan Selçuk’undan Emre Kongar’ına, bütün aydınlanmacı yazarlar YÖK’ün kaldırılmasına karşı çıktılar. Ardından da, bildiğiniz üzere, “Sarkız” “Ayışığı”, “Yakamoz” ve sair girişimler geldi.

Peki, vaktiyle böyle oldu diye, YÖK Yasası değiştirilmemeli midir?

Derhal değiştirilmelidir.

Hükümet bunu tekrardan gündemine almalı, ülkeyi 12 Eylül kalıntısı bu utanç yasasından kurtarmalıdır.

Kurtaracaktır da...

Merak etmeyin, böyle bir şey tekerrür ettiğinde, ilk tepki yine onlardan gelecektir. Yani, hafızasızlığımıza güvenen aynı utanmaz “koro”dan... Zamanı geldiğinde “demişti” dersiniz.