Hakan Fidan’ı İsrail’e yem edecek halimiz yok

1- Mavi Marmara’dan sonra barizleşen bir “öngörülemezlik” hakim Doğu Akdeniz’e.

2- Arap Uyanışı hareketleri ve sonrasındaki gidişatla birlikte bakıldığında, Batı nezdinde durum; giderek “kontrol/dışı”lığa evriliyor...

***

1- Eski ve uzun yola pek de elverişli olmayan bir gemiyle insani yardım maksatlı bir yolculuktu Mavi Marmara’nınkisi ilk bakışta. Tüm dünyanın önünde ağır ağır gidiyordu kaderine. Birleşmiş Milletlerin akredite ettiği İHH başta olmak üzere değişik yardım kuruluşlarının, sivillerin, aktivistlerin doluştuğu bu geminin rotası, Dünya eksenleri üzerinde bir kısa devre gerilimi kuracaktı birazdan... İsrail’in Gemi’yi kanlı şekilde basması, sivillerin vahşice öldürülmesi ve mürettebatın tutuklanarak İsrail’e kaldırılmasından sonra bu iş, hesap edilebilir kısmından taşarak, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin bir meselesi haline gelmişti... Mavi Marmara’nın yola çıkışını, geminin ve yolcuların güvenliğini ne kadar eleştirirseniz eleştirin ki; öngörülebilir kısmıdır bu hadisenin... Öngörülemez kısmıysa İsrail baskını ve sonrasında yaşananlardır. Bu noktadan sonra artık bu dava, milli bir dava haline gelmiştir. Çünkü öldürülenler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır... Bir Gemi, adeta dünyanın sinir uçlarına basarak, Ortadoğu’daki fay hatlarını hareketlendirmeye yetmiştir...

2- Ardından baş gösteren Arap Uyanışıysa... Sadece kronolojik bir tesadüf müdür? Sanmıyorum. Bununla birlikte Arap Baharı şeklinde adlandırılan hareketlerin tekil anlamda iç reflekslerden, yerli başkaldırılardan ibaret olduğunu da söylemiyorum. Elbette uzun yıllar boyunca ilmek ilmek dizayn edilmiş uluslararası kancaları vardır son yaşadıklarımızın. Ama tıpkı Mavi Marmara örneğinde de olduğu gibi Batı nazarında Arap Baharı da kontrol edilemez bir dalgalanmaya dönüşmüştür. Bunu en pervasız haliyle Mısır’daki darbeyi destekleyen ve Suriye’deki jenositi onaylayan haliyle ortaya koyuyor muktedirler. Hemen her Ortadoğu hareketinin ardında bir detektör misali koca gözlerini açarak ölü ya da diri İhvan arayan dürtülerini asla saklamıyorlar...

***

Bundan Türkiye de alıyor nasibini. Bir yandan içerdeki vesayet çevreleriyle süren yargısal hesaplaşmayla bozuluyor eskinin muhatapları. Bir yandan Çözüm Süreci adı altında başlayan toplumsal barış hamleleriyle bozuluyor rutin. Artık Türkiye adına konuşanlar askerler değil, halk oyuyla seçilmiş siviller kuruyor Türkiye siyasetini. İşte bu noktada bozuluyor dünya muktedirlerinin asabı! “Demokratikleşin dedik ama bu kadar da değil” hesabıyla bu sefer de sandıktan çıkan halk iradesini değişik çirkef oyunlarla şeytanlaştırma kampanyasına gidiliyor. Gezi olaylarında bunu aşikar haliyle gördük. Halkın kahir ekseriyetle seçtiği Başbakan’dan diktatör çıkarmaya kalktılar ...

Hakan Fidan olayıyla da “öngörülemez” ve “kontrol/dışı” hale gelen Türkiye’ye hesap soruluyor. Bir kısmıyla üretilmiş veya pişmesi beklenmiş izlenimi verilse de Hakan Fidan ve istihbarat eksenlerinin değişimi konusunda Batı’dan yükselen itiraza bakılırsa... Yemeğin pişmekte olduğu fırının prizi aceleyle çekiliyor. Batı, hem Türkiye hem Ortadoğu fırınlarından neyin çıkacağı konusunda tedirgin...

***

Peki hükümetin yaptığı işler, icraat hiç mi eleştirilmeyecek? Hiç mi farklı düşünceler söylenmeyecek, teklifler getirilmeyecek, sual eylenmeyecek? Ne münasebet! Elbette hem çözüm süreci hem milli istihbarat konusunda farklı görüşler olacaktır. Hatta bu konularda bu ülkede fikri olmayan tek kişi bile yoktur, Meclis’ten kahvehanelere kadar herkes konuşuyor bu ülkede, çok şükür!

Ama çirkef bir gazete “Şu adamın arabasına bir bomba koyup patlatsak ne de iyi olur” diyorsa... Orada tematik iç tartışmalara ara verilip; ister ülke haysiyeti adına deyin, ister delikanlılık adına... “Ağır ol bakalım, kimsin sen, kime çullanıyorsun, haddini bil” denir... Beğenirsiniz beğenmezsiniz o ayrı, Hakan Fidan’ı İsrail’e verecek halimiz yok herhalde...